17 Nisan 2011 Pazar

Tesla'nın hayatı (1.bölüm)

GİRİŞ
Nikola Tesla eşsiz bir bilim insanıydı. Meslek hayatının zirvesindeyken yoğun bir ilgiyle izleniyordu ancak özel hayatı hakkında kimse bir şey bilmiyordu. Tek başına çalışmayı ve yalnızlığı seven müzmin bir bekardı. Arkadaş ortamları dışında pek ortalıkta görünmezdi. Özel hayatı yabancılara kapalıydı.
Alanında bu kadar iyi olan birinin bu derece münzevi bir yaşam seçmiş olması, biyografisini yazacak kişinin işini bayağı zorlaştırıyor. Tesla'nın 1943 yılında seksen altı yaşındayken ölmesinin ardından New York Herald Tribune'ün bilim editörü John J. O'Neill'in yazdığı Prodigal Genius (Anlaşılamayan Deha) adlı biyografi piyasaya çıktı. Uzun yıllar boyunca bu kitap Tesla üzerine yazılmış tek biyografi olarak kaldı. Bunun başlıca nedenlerinden biri de diğer biyografi yazarlarının bu kitaptakilerden daha önemli bilgilere ulaşamamış olmasıydı.
İkinci Dünya Savaşından sonra Tesla'nın kütüphanesini oluşturan tonlarca materyal, gemilerle, doğduğu yer olan ve adına bir müze inşa edilen Belgrad'a gönderildi. (Tesla, ABD vatandaşıydı.)
Peki O'Neill'ın kitabından sonra bütünsel bir Tesla biyografisi daha yazmaya gerek var mıydı? Bu kitap en kapsamlı biyografı çalışması olarak görülüyordu ve muhtemelen de o dönemde yayınlanmış -bir bilim yazarı olan ve Tesla'nın hayatının son yirmi yılında ona en yakın kişi olan Kenneth Sweezey'in çalışması göz ardı edilirse- en iyi kitaptı. Ancak, bugün ileri bir noktadan bakılınca bu kitap Tesla gibi bir insanı araştırması bakımından oldukça yetersiz kalıyor. Ayrıca kişisel ilişkilerini ve arkadaşları ile olan etkileşimlerini ortaya koyamıyor. Tesla ile O'Neill arasında dostane bir ilişki olmasına karşın, Tesla O'Neill ile arasındaki mesafeyi muhafaza etmeye her zaman özen göstermişti ve O'Neill Tesla'nın özel yaşamıyla ilgili kısıtlı bir bilgiye bile güçbela ulaşabilmişti. Elindekiler ise bir biyografi yazarının ulaşmak istediği ideal noktanın çok uzağındaydı.
O'Neill'ın yazdığı biyografiden sonra yeni şeyler ortaya çıktı. Bu da Tesla hakkında bilinenlere yeni bir boyut kazandırdı. Hayatını araştıranların üzerinde durduğu pek çok soru açıklığa kavuştu, bu da pek çok gizemli noktanın ortaya çıkmasına neden oldu.
The Freedom of Information Acts (Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası) federal hükümetin Tesla'nın çalışmalarına özel bir ilgi gösterdiğini açığa çıkardı. Bu çok doğaldı. İkinci Dünya Savaşı'nın ortasında düzenlenen basın toplantılarında Tesla, uçakları eritebilecek ışınlar yayan silahlardan, telejoedinamiklerden ve diğer gelişmiş kavramlardan bahsediyor ve gazetecileri hayrete düşürüyordu. Spekülatif olsun gerçek olsun, federal hükümet işi şansa bırakamazdı. Federal birimlerin yürüttüğü araştırmalar başlı başına ayrı bir hikaye konusu.
Tesla hakkında ilgi duyduğum konuyu özetlemem gerekirse; üniversite yıllarımdan beri Tesla'yı dünyaya tanıtan, frekans ve yüksek voltaj üzerine yürüttüğü çalışmalar beni büyülüyordu. Ancak, onun teknik yazılarına ulaşmanın ve aynı zamanda, diğerlerinin Tesla'nın çalışmalarına yaptıkları göndermeleri ayırt etmenin zorluğu beni rahatsız ediyordu. Bu beni uzun yıllarımı alacak bir çalışmaya sevk etti. Elektrik mühendisliği alanında devam eden çalışmalarım, diğer yandan Tesla'nın frekans ve yüksek voltaj üzerine yürüttüğü araştırmalarına duyduğum büyüyen ilgi onun sekreterliklerini yapmış olan Dorothy Skerritt ve Muriel Arbus ile Walter Wilhelm gibi laboratuvar teknisyenleri ile tanışmamı sağladı. Bu süreçte Tesla'nın arkadaşları ve onunla birebir ilişkiye girmiş diğer insanlarla tanışma fırsatını da yakaladım.
Son zamanlarda açıkça görülmeye başladı ki ülkenin önde gelen bilim ve mühendislik kuruluşlarından hiçbiri bu olayı duyuracak önemli bir çalışma başlatmamışlardı. Bu nedenle, Skerritt, Arbus, Wilhelm ve diğer birkaç ilgili insanla birlikte, Tesla Derneği'nin kurulmasına ön ayak olduk. Bu dernek yüzüncü yıl nedeniyle yapılacak araştırmaları destekleyecek ve düzenleyecekti. Ertesi yıl dernek doğal ömrünü tamamlamıştı ama mucidin toplum üzerindeki, ölümünden beri solmaya yüz tutan etkisi yeniden canlanmıştı. Birçok buluşu vardı. Bunları zamanında duyurup sergilemişti. Ancak zaman geçtikçe kullanılan teknolojinin eskiliği nedeniyle çağın gerisinde kalmıştı. İşte bu keşiflere duyulan ilgi dirilmişti.
Çalışma ile dolu hayatı diğer mucitlere ilham vermişti, bugün de ilham vermeye devam ediyor. Tesla'nın yetmişinci doğum yılı (1931) dolayısıyla düzenlenen bir toplantıda, çağdaşları, Tesla'nın derslerinin hala, kırk yıl önce ilk yayınlandıklarında olduğu gibi, bir yaratıcılık ve ilham kaynağı olduğunu belirtmişlerdi.

1. MODERN PROMETE
Saat tam sekizde asil görünüşlü, otuzlarında bir bey Waldorf-Astoria otelinin Palmiye Odası'nda, her zamanki masasında yerini almıştı. Uzun boylu ve narindi, zarif bir giyimi vardı ve tüm dikkatleri anında üzerine çekiyordu; yine de çevresinde yemeklerini yemekte olan diğer insanlar, mahremiyetine fazlasıyla düşkün olduğunu bildikleri bu mucidi görmemiş gibi davranıyorlardı.
Masasının üzerinde her zaman olduğu gibi, üst üste dizilmiş on sekiz temiz keten peçete vardı. Nikola Tesla neden üçe bölünebilen rakamları özellikle tercih ettiğini, mikroplardan neden bu denli tiksintiyle karışık bir korku
duyduğunu, ya da hayatına musallat olan diğer pek çok takıntıdan neden bu denli mustarip olduğunu kendisine bile açıklayamıyordu.
Dalgın bir halde, zaten parıltılar saçmakta olan kristalleri, camları parlatıyor, keten peçetelerden birini alıyor diğerini bırakıyordu ve sonuçta da servis masasının üzerinde kendi çapında bir peçete tepeciği oluşuyordu. Neden sonra, yemekler birbiri ardına gelmeye başlayınca, tabağındaki yemekten bir parçayı ağzına götürmeden önce saplantılı bir şekilde lokmanın tüm kübik özelliklerini hesap ediyordu. Başka türlü de yemekten zevk alınmazdı ki!
Palmiye Odasına bu mucidi izlemek amacıyla gelenler siparişini mönüden vermediğini fark ediyorlardı. Adet olduğu üzere, yemekleri daha önceden telefonla verdiği direktifler doğrultusunda hazırlanıyordu ve daha sonra da masasına, yine kendi arzusu doğrultusunda bizzat şef garson tarafından getiriliyordu.
Tesla yemeğini küçük parçalar halinde yemeye devam ederken William K. Vanderbilt de onu operadaki Vanderbilt locasını pek sık kullanmamasından dolayı azarlıyordu. O masadan ayrıldıktan kısa bir süre sonra da akademisyenleri andıran görünüşü, Van Dyke stilinde sakalı ve çerçevesiz gözlüğü ile Robert Underwood Johnson masaya yaklaştı ve Tesla'yı coşkulu bir şekilde selamladı. Bu adamın bir dergi editörü ve ayrıca bir şair olmasının yanı sıra, hırslı olması ve gösterişli bir hayat sürmesi gibi özellikleri de vardı.
Johnson sırıtarak Tesla'ya doğru eğildi ve kulağına hakkında ortalıkta dolaşan en son söylentiyi fısıldadı: Anne Morgan adında akıllı uslu ama abayı mucidimize yakmış bir kız hakkındaydı ve babasının başının etini bu mucitle tanıştırılmak arzusu ile yiyip duruyordu.
Tesla her zamanki ağırbaşlılığı ile tebessüm etti ve Johnson'in karısı Katharine'in hatırını sordu.
"Kate cumartesi günü seni öğle yemeğine getirmemi tembihledi" dedi Johnson.
Bir süre Tesla'nın -platonik duygularla- hoşlandığı bir başka hanımefendi üzerine konuştular; genç bir piyanist olan Marguerite Merington. Onun da davetli olduğunu duyduktan sonra daveti kabul etti.
Editör yoluna devam etti, Tesla da tatlısının kübik parçacıklarını incelemeye koyuldu. Hesaplamalarını henüz tamamlamıştı ki masasına bir ulak geldi ve bir not getirdi. Arkadaşı Mark Twain'in keskin hatlı kargacık burgacık yazısını ilk bakışta tanıdı.
Twain her zamanki esprili tarzıyla notta, "Eğer bu akşam için daha ilginç planların yoksa belki Oyuncular Kulübü'nde bana katılırsın" diye yazmıştı.
Tesla aceleyle önündeki kağıda şunları karaladı: "Maalesef, çalışmam gerek. Ama eğer sen gece yarısı laboratuvarımda bana katılırsan sana güzel bir gösteri sergileyebilirim."
Her zaman olduğu gibi Tesla masasından saat tam onda kalktı ve Manhattan'ın ışıklı caddelerine kendini bıraktı.
Laboratuvarına giderken bir parka saptı ve yavaş yavaş ıslık çalmaya başladı. Yakınlardaki bir binanın duvarlarından bir çift kanat sesi duyuldu. Az sonra omzunda tanıdık beyaz bir görüntü belirdi. Tesla cebinden bir avuç buğday çıkardı ve güvercini eliyle beslemeye başladı, sonra onu geceye karşı kaldırdı ve gagasına bir öpücük kondurdu.
Artık bir sonraki adımını düşünmesi gerekiyordu. Bloğun çevresinde yürümeye devam etmesi halinde kendisini üç tur atmaya mecbur hissedecekti. Derin bir iç geçirdi ve Blecker sokağının yanındaki (daha sonra Batı Broadway olan) Beşinci Cadde, 33-35 numaradaki laboratuvarına doğru yollandı.
Tavan arasındaki tanıdık dairesine girdi ve bir düğmeyi çevirdi. Duvardaki boru şeklindeki lamba şaşalı bir ışıltıyla parıldadı ve karanlık odadaki tuhaf görünüşlü makineleri aydınlattı. Bu tüp lambanın ilginç yanı tavandaki elektrik kabloları ile hiçbir bağlantısının olmamasıydı. Gerçekten de hiçbir bağlantısı yoktu ve tüm enerjisini çevreyi sarmalayan bir güç alanından alıyordu. Bağlantısız ışık kaynağını eline alabilir ve atölyesinin içerisinde istediği yere taşıyabilirdi.
Bir köşede duran tuhaf aletlerden biri sessiz sessiz titremeye başladı. Tesla'nın gözleri mutlulukla ışıldadı. Dünyanın en küçük osilatörü bir çeşit platformun üstünde çalışmaya başlamıştı. Onun dehşetli gücünün farkında olan tek kişi kendisiydi.
Düşünceli bir halde pencereden aşağıdaki fakirhaneleri seyre koyuldu. Çalışkan göçmen komşuları çoktan uyumuş olmalıydı. Polis daha önce kendisini gecenin bir yarısı odasından karanlık sokaklara yayılan mavi ışık ve çatırdayan elektrik hakkındaki şikayetler konusunda uyarmıştı.
Omuzlarını silkti ve işinin başına döndü, bir makineye bir dizi mikroskobik uyarlamalar yapmaktaydı. Kendisinden geçmiş bir şekilde çalışırken zamanın nasıl geçtiğini fark edememişti ki aşağıdaki sokak kapısından gelen sesle irkildi.
Tesla, Pearson's Magazine'de çalışan İngiliz gazeteci Chauncey McGovern'ı içeri buyur etmek için aceleyle merdivenleri indi.
"Gelmeniz beni öyle sevindirdi ki Bay McGovern..."
"Bunu okuyucularıma borçlu olduğumu düşündüm, beyefendi. Londra'da herkes Batı'nın Yeni Büyücüsü hakkında konuşuyor -ve bununla kastettikleri de Edison değil."
"Lütfen benimle yukarıya kadar gelin. Bakalım ünümü hak ediyor muyum."
Merdivenleri henüz çıkmaya başlamışlardı ki sokakta bir kahkaha tufanı koptu, Tesla bu sesi hemen tanıdı.
"Ah, bu Mark."
Mark Twain'i ve aktör Joseph Jefferson'ı içeri buyur etmek için tekrar kapıya yöneldi. Her ikisi de Oyuncular Kulübü'nden geliyordu. Mark Twain'in gözleri bir beklentiyle parıldıyordu.
"Haydi artık gösteri başlasın Tesla. Her zaman ne derim bilirsin."
"Yoo, bilmiyorum. Ne dersin?" diye sordu mucit gülümseyerek.
"Hep şöyle söylemişimdir ve şunu bil ki bundan uzun yıllar sonra hep benim bu sözümü anacaklar: Gök gürültüsü iyidir, etkileyicidir ama asıl iş gören şimşektir."
"O zaman bu gece fırtınalar kopacak dostum, haydi benimle gel."
McGovern sonradan şu sözlerle anacaktı o geceyi: "İnsanın Nikola Tesla'nın laboratuvarı karşısında afallamaması için sıra dışı bir zihin yapısına sahip olması gerekirdi."
"Kendinizi geniş, iyi aydınlatılmış bir odada, çevrenizde makinelerin meydana getirdiği sıradağlar arasında otururken hayal edin. Uzun boylu, zayıf bir genç adam size doğru yürüyor, parmağını bir kere şıklatmasıyla aniden parlayan kırmızı bir alev topu yaratıyor ve bunu korkusuzca avuçlarının içerisinde tutuyor. Bunu seyrederken ellerinin de nasıl olup da alev almadığına hayret ediyorsunuz. Alevi elbiselerinin üzerinde, saçlarında dolaştırıyor, kucağınıza ve en sonunda da tahta bir kutunun içerisine koyuyor. Bu alev topunun hiçbir yerde en ufak bir iz dahi bırakmaması insanı şaşkına çeviriyor ve insan rüya görmediğinden emin olmak için gözlerini ovuşturuyor."
McGovern, Tesla'nın ateş topu karşısında hayrete düşen tek kişi değildi. Çağdaşlarından hiçbiri Tesla'nın bu etkiyi tekrar tekrar nasıl yaratabildiğim açıklayamıyorlardı ve bugün de tam olarak açıklanamıyor bu olay.
Alev topu ortaya çıkışı kadar gizemli bir şekilde yok olup gidecekti, Tesla odanın ışıklarını söndürdüğü anda oda zifiri karanlık olacaktı.
"Şimdi dostlarım sizler için biraz gün ışığı yaratacağım."
Birdenbire odanın içi şaşırtıcı bir güzellikteki ışık ile dolacaktı. McGovern. Twain ve Jefferson gözleriyle odanın her yanını tarayacaklar ancak bu aydınlığın kaynağını bulamayacaklardı. McGovern, bu ürkütücü etkinin Tesla'nın Paris'te düzenlediği, ortada belirli bir ışık kaynağı olmaksızın iki geniş plaka arasında aydınlanma sağladığı gösteri ile bir bağlantısı olup olamayacağını düşünmekteydi.
Ama bu ışık gösterisi Tesla'nın konukları için sadece bir ısınma turuydu. Yüz hatlarındaki gerginlik, bir sonraki deneye atfettiği ciddiyeti yansıtmaktaydı.
Bir kafesten küçük bir hayvan çıkartıldı, bir platforma bağlandı ve aniden elektrik verilerek öldürüldü. İbre bin voltu göstermekteydi. Kavrulmuş bedeni platformdan kaldırıldı. Şimdi Tesla, bir eli cebinde olduğu halde, yavaşça platformun üstüne sıçrayacaktı. İbre yavaş yavaş yükselmeye başladı. En sonunda, tek bir adalesini bile kıpırdatmayan uzun boylu genç adamın bedeninin "içinden" iki milyon voltluk bir elektrik akımı geçmeye başladı. Silueti, bedeninin her noktasından fırlayan binlerce alevin yaladığı bir elektrik halesi olarak görünüyordu.
McGovern'in yüzündeki şok ifadesini göre göre bir elini ona doğru uzattı. İngiliz gazeteci o garip hissi şu kelimelerle anlatacaktı: "Elini sıktığımda güçlü elektrik pillerinin dile değdirildiğinde hissedilen o duyguyu hissettim. O tam anlamıyla 'açık bir elektrik teli' gibiydi."
Mucit platformdan geri sıçradı, akımı kesti ve hızla açıklamaya girişerek diken üstünde bekleyen gergin seyircilerini sanki tüm yaptıkları bir oyunun parçasıymışçasına rahatlattı. "Puff! Bunların hepsi çocuk oyuncağı. Hiçbirinin önemi yok. Bilimin büyük evrenine nazaran bunlar hiçbir şey. Buraya gelin de size çalışır hale getirilir getirilmez tüm hastanelerde ve evlerde devrim yaratacak makineyi göstereyim."
Misafirlerini kauçuk bir şiltenin üzerine yerleştirilmiş bir platformun olduğu köşeye doğru götürdü. Bir düğmeyi çevirdi, makine seri bir şekilde ve sessizce titremeye başladı.
Twain istekle öne doğru atıldı. "Şunu bir deneyeyim, Tesla. Lütfen."
"Yo, yo üzerinde çalışılması gerekli."
"Allah aşkına!"
Tesla bıyık altından güldü. "Tamam Mark ama üzerinde çok fazla kalma. Sana söylediğim zaman aşağı inmen gerek." Yardımcılarından birine düğmeye basmasını söyledi.
Twain, her zamanki gibi, beyaz giysileri içerisinde ve uzun siyah boyunbağı ile platformun üzerinde dev bir arı gibi vızıldamaya ve titremeye başladı. Bu çok hoşuna gitmişti. Neşeyle bağırıyor kollarını sallıyordu. Odadakiler de onu seyrederek oldukça eğleniyorlardı.
Bir süre sonra mucit arkadaşına seslendi: "Tamam Mark. Yeterince kaldın, artık aşağı inmen gerekiyor."
"Hayatta olmaz" diye cevap verdi ünlü mizahçı. "Bu iş çok hoşuma gitti."
"Ama ben ciddiyim, aşağı inmen gerek artık" diye ısrar etti Tesla. "İnan bana, inmen senin için daha iyi olur."
Gülerek karşılık verdi Twain. "Vinç gelse beni aşağı alamaz."
Kelimeler ağzından henüz dökülmüştü ki ifadesi yüzünde dondu kaldı. Platformun kenarına doğru yalpalaya yalpalaya ilerledi, eliyle makineyi durdurması için Tesla'ya işaretler yapıyordu.
"Çabuk Tesla, nerede bu?"
Tesla bir gülümsemeyle platformdan aşağı inmesine yardım etti ve tuvalete kadar koluna girdi. Vibratörün müshil etkisi yaptığını Tesla ve asistanları çok iyi biliyorlardı.
Tesla'nın yüksek voltaj platformunda sergilediği deneyi tekrarlamaya hiç kimse gönüllü olmadı ama Tesla'yı neden elektrik çarpmadığının bir açıklamasını duyabilmek için yanıp tutuşuyorlardı.
"Frekans yüksek olduğu müddetçe" diye açıkladı, "yüksek voltajlardaki alternatif akımlar derinin yüzeyinde, herhangi bir yaralanmaya neden olmadan salınırlar. Ama bu amatörlerin becerebileceği bir şey değildir. Sinir dokularına nüfuz edebilecek miliamperler öldürücü bir etki yaratabilir ama derinin üzerindeki amperler kısa süreler için zarar vermez. Derinin altına sızabilecek düşük akımlarsa, ister alternatif ister doğru akım olsunlar, ölüme yol açabilir."
Tesla sonunda misafirlerine iyi geceler dilediğinde şafak sokmuştu bile. Ama odasındaki ışıklar, otele kısa bir dinlenme için gitmek üzere kapılarını kilitleyip dışarı çıkana değin bir saat daha parıldayacaktı.

2. BİR KUMARBAZ
Nikola Tesla tam olarak, 1856 yılının 9 Temmuz gününü 10 Temmuza bağlayan gece yarısında, Yugoslavya'nın Velebit Dağları ile Adriyatik Denizi arasındaki Hırvatistan'ın Lika bölgesinin Smiljan köyünde doğmuştu. Evleri, babası Papaz Milutin Tesla'nın yönetimindeki Sırp Ortodoks Kilisesi'nin hemen bitişiğindeydi. Babası zaman zaman "Adil İnsan" takma adıyla makaleler yayınlardı.
Etnik gelenekler, genellikle, baskı gören azınlıklar tarafından en sıkı şekliyle devam ettirilirler. Tesla ailesi de bu duruma bir örnek teşkil ediyordu. Sırp marşları, şiirleri, dansları ve masalları, aziz günlerinin yaşatılması ve kutlanması ile birlikte hayatlarında önemli bir yer tutuyordu.
Okuma yazma bilmeyenlerin oranı oldukça fazla olmasına karşın, insanlar hafızalarını olağanüstü bir ustalıkla kullanıyor ve bu sayede de geleneklerini canlı tutuyorlardı.
Tesla'nın çocukluğunda Hırvatistan'daki iş olanakları üç aşağı beş yukarı belirlenmişti: Çiftçilik, askerlik ya da din adamlığı. Milutin Tesla'nın ve karısı Duka Mandiç'in aslen Batı Sırbistanlı olan aileleri kuşaklar boyunca erkek
çocuklarını kilisenin ya da ordunun hizmetine göndermişler, kızlarını da papazlara ya da subaylara vermişlerdi.
Milutin aslında subay okuluna gönderilmişti ama o bu karara sonradan karşı gelmiş ve okuldan ayrılarak kiliseye yönelmişti. Oğulları Dane (ya da Daniel) ve Nikola için de bunu gelecekteki tek seçenek olarak görüyordu. Kızları Milka, Angelina ve Marica için esirgeyen yüce Tanrı'dan dilediği tek şey de kendisi gibi dini görevlerle iştigal eden birer kocaya varmalarıydı.
Kendisinden yalnızca çiftliğin ağır işlerini yüklenmesi değil, bunun yanında çocukların, evin, tüm ailenin bütün sorumluluklarını üstlenmesi beklenen Yugoslav kadını için hayat hiç de güllük gülistanlık değildi. Tesla her zaman, fotoğrafik hafızasının ve yaratıcı dehasının kendisine annesinden miras kaldığını söylerdi. Ayrıca annesinin, kadınların yeteneklerinin adil bir şekilde değerlendirilen bir ülkede ve zamanda yaşamış olmamasından dolayı hep üzüntü duyardı. Annesi yedi çocuklu bir ailenin en büyük kızıydı ve annesi görme yeteneğini yitirdiğinde ailenin tüm sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmıştı. Bu nedenle okula asla gidememişti. Ama buna karşın, belki tam da bu nedenle inanılmaz bir hafızaya sahipti, ciltler dolusu yerli ve klasik Avrupa şiiri külliyatını ezbere okuyabiliyordu.
Evlendikten pek kısa bir süre sonra beş çocuk doğurdu. En büyükleri Daniel'di. Nikola ise dördüncü çocuktu.
Papaz Milutin Tesla da boş zamanlarında şiir yazmaya meraklı olduğundan çocuklar İncil'den ve şiirlerden pasajlar okumanın közde mısır patlatmak kadar doğal olduğu bir ev ortamında büyüdüler.
Nikola da gençliğinde şiir yazmaya başladı ve bunların bir kısmını yanında Amerika'ya da taşıdı. Ancak bu şiirlerin çok özel olduklarını düşünüyordu, bu nedenle de yayınlanmalarına asla izin vermedi. Arkadaş toplantılarında yeni tanıştığı insanları, kendi dillerinde (ister İngilizce, ister Fransızca, Almanca, isterse İtalyanca) yazılmış şiirler okuyarak hayrete düşürmekten büyük bir zevk alıyordu. Hayatı boyunca da arada sırada şiir yazmaya devam etti.
Daha çocukken, beş yaşında, icatlarına başlamıştı bile. Beş yaşındayken, köyde gördüklerinden çok farklı bir su çarkı icat etmişti. Sarsıntısızdı, kısa çarkların kullanılmasına gerek kalmıyordu ve akıntıda tıkır tıkır işliyordu. Yıllar sonra bunları dahiyane pervanesiz türbini yaratırken de hatırlayacaktı.
Yine de diğer bazı deneylerinde ufak tefek başarısızlıklar yaşadığı da oluyordu. Bir keresinde ahırın çatısına tünemiş ve evden yürüttüğü şemsiyeyi taze dağ havasına karşı, kendisini hafiflemiş hissedene, kafası dumanlanana ve uçabildiğine ikna olana dek hızla açıp kapamaya başlamıştı. Yere çakıldığında bilincini yitirmişti ve annesi onu yatağına kadar taşımak zorunda kalmıştı.
Ürettiği on altı böcek gücündeki motorun da pek başarılı olduğu söylenemezdi. Bu hafif tasarım kürdanlardan oluşan bir yel değirmeniydi. Bir dingilin ve kasnağın ucuna canlı haziran böcekleri koşulmuştu. Yere zamkla sabitlenmiş böcekler kanatlarını çırpmaya başladıklarında ki bunu er geç umutsuzca
yapacaklardı, böcek gücüyle çalışan motor hazır demekti. Gel gör ki ortaya haziran böceklerinin tadından fazlasıyla hoşlanan bir arkadaş çıkınca deney sonsuza dek kızağa alınmak zorunda kalacaktı. Arkadaşı bir kavanoz dolusu haziran böceğini mideye indirmeye başlamıştı bile. Genç mucidin midesi ise bu sahneyi kaldıramayacak kadar hassastı.
Bir sonraki teşebbüsü büyükbabasının saatlerini parçalara ayırmak ve yeniden toplamak olacaktı. Ancak bundan da bir süre sonra vazgeçmek zorunda kalacaktı: "İlk aşamada oldukça başarılı oluyordum da, ikinci kısma gelince hep tökezliyordum." Bir saati yeniden birleştirebilmesi için otuz yıl geçmesi gerekecekti.
Tabii gençliğinde uğradığı tüm hayal kırıklıkları bilimle ilgili değildi. "Kasabada varlıklı bir hanımefendi yaşıyordu" diye anlatır kısa bir otobiyografisinde, "iyi fakat fazlaca kendini beğenmiş birisiydi, kiliseye hep aşırı süslenip, giyinip kuşanıp gelirdi; kendisine bir hizmetçi ordusu eşlik ederdi. Bir gün çan kulesindeki çanı çalmayı henüz bitirmiştim ve hızla merdivenleri inmeye başlamıştım, tam o sırada bu hanımefendi kapıda belirdi ve ben de kadıncağızın üstüne atlayıverdim. Elbisesinin o uzun kuyruğu orta yerinden öyle bir patırtıyla yırtıldı ki, bir dizi asker yaylım ateşi açtı sanırdınız."
Babası öfkeden mosmor olmuştu ama yine de yanağına hafif bir şamar indirmekle yetindi. "Bu bana verdiği tek fiziki cezaydı ama acısını neredeyse şimdi bile yanağımda hissedebiliyorum." Tesla duyduğu utancın ve allak bullak oluşunun tasvir edilemeyecek kadar ağır olduğunu söyler. Tam anlamıyla aforoz edilmiştir.
Fakat, talihi ona tekrar gülecek ve köy ahalisinin gözündeki yerine yeniden kavuşacaktır. İtfaiye teşkilatı için yeni üniformalarla birlikte yeni bir yangın söndürme makinesi de alınmıştı ve bunun için bir de kutlama düzenlenecekti. Bir geçit töreni düzenlenmiş, nutuklar çekilmiş ve artık sıra su pompasından suların fışkırtılmasına gelmişti. Ama bırakın fışkırmayı, hortumun ucundan tek bir damlanın sesi bile gelmiyordu. Tam köyün ileri gelenleri mücadeleden vazgeçmek üzereyken genç adam nehrin sularına atlayacak ve tahmin ettiği gibi hortumun dirsek yaptığını keşfedecekti. Sorunu kısa bir sürede halledecek ve köyün mesut ileri gelenlerini bir anda iliklerine kadar sırılsıklam edecekti. Sonraları bu olayı şöyle anacaktı: "Siraküs'ün sokaklarında çırılçıplak koşuşturan Arşimet dahi benim o an olduğum kadar etkileyici olamamıştır. Omuzlarda taşınıyordum, tam anlamıyla bir kahraman olmuştum."
Hayatının ilk yıllarını geçirdiği Smiljan'ın pastoral ortamında bu ateşli, solgun ve uzun yüzlü, kapkara saçlı çocuk sihirli bir hayat yaşamaktaydı. Tıpkı yıllar sonra yüksek voltajlı elektrikli ortamlarda çalıştığında olduğu gibi, sıra dışı tehlikeli durumlardan kendisini büyük bir beceriyle sıyırıp kurtarıyordu.
Teleskopik bir hafızası vardı. Üç kez doktorların artık iflah olmaz dedikleri durumlardan sağ kurtulduğunu anımsıyordu. Pek çok kereler boğulmaktan son anda kurtulmuştu, bir keresinde kaynayan süt dolu bir fıçıda neredeyse canlı canlı haşlanıyordu, bir yangında kavrulmaktan paçayı zor sıyırmıştı, bir keresinde de diri diri gömülmüştü (aniden eski bir mezarın içine düşüvermişti).
Köpeklerle gırtlak gırtlağa gelmiş, karga sürülerinin hışmına uğramış ve keskin dişli bir yabandomuzu neredeyse felaketi olmuştu.
Yine de baba ocağı ona doğayla kucak kucağa bir hayat bahsetmişti. Küçük bir çocuğun hayallerini süsleyen kuzuların, tavukların, güvercinlerin hepsi bahçelerinde yaşıyordu. Yaban kazlarının bulutlar arasında yitip gitmelerini büyülenerek izliyordu; günbatımında hepsi "bugünün en düzenli ordularını bile geride bırakacak bir düzen içerisinde" geri dönüyordu.
Tüm bu görünüşteki güzelliğe karşın çocuğun zihninde, ailenin yaşadığı bir trajedinin süregelen travmaları olan karabasanlar yer edecekti. Nikola'dan yedi yaş büyük olan Daniel, on iki yaşında geçirdiği bir kaza sonucunda ölecekti.
Bu beklenmedik trajediye sevilen bir ahbapları tarafından kendilerine hediye edilen bir Arap atının neden olduğu sanılıyor. Aslında çok iyi eğitilmiş, neredeyse insan zekasına sahip güzel bir attı bu. Hatta bir keresinde ailenin reisini dağlarda ölümden kurtarmıştı. Ancak Tesla'nın otobiyografisine göre Daniel bu atın sebep olduğu yaralar nedeniyle ölmüştü. Kazanın ayrıntılarına dair elimizde olan bilgilerin tümü de ne yazık ki bundan ibaret.
Anlattığına bakılırsa ölen ağabeyinin hatırası yanında Nikola'nın tüm yaptıkları sönük kalıyordu. Başarıları anne babasının kayıplarını daha derinden hissetmelerine yol açıyordu. "Bu nedenle kendime karşı güvensiz olan bir çocuk olarak büyüdüm. Ama aptal bir çocuk değildim kesinlikle..."
Psikolojik açıdan işi daha da karmaşıklaştıran ikinci bir iddiaya göre Daniel evin kilerine düşmüş ve bu nedenle ölmüştü. Kendisinden geçmiş bir halde yatarken yarı bilinçsiz bir şekilde Nikola'yı kendisini merdivenlerden aşağı itmekle suçlamıştı. Elimizde iki iddiayı da doğrulayacak yeterlilikte veri yok.
Tesla hayatının çok daha sonraki dönemlerinde bile ağabeyinin ölümünün neden olduğu kabuslar ve halisünasyonlar görecekti. Yaşadığı deneyimin ayrıntıları hiçbir zaman tam olarak aydınlığa kavuşmadı ama denilebilir ki beş yaşındaki bir çocuğun yaşadığı bu suçluluk duygusu kaldırabileceğinden daha ağır gelmişti. Bu olay zihninin derinliklerinde tekrar tekrar değişik şekillerde canlanmaktaydı.
Sadece şu kadarını varsayabiliriz ki ağabeyi Daniel'ın ölümü Nikola'da daha sonraları ortaya çıkan fobilerin ve takıntıların gelişiminde etkili olmuştur. Kesinlikle söyleyebileceğimiz tek şey ise egzantrik yönünün çok erken yaşlarda kendini belli etmeye başladığıdır.
Örneğin, kristal ya da pırlanta gibi mücevherlerin ışıltılarından mest olmasına karşın kadınların taktığı küpelerden, özellikle de incilerden aşırı derecede nefret ediyordu. Evin herhangi bir yerinde en ufak kafur kokusu alsa şiddetli bir rahatsızlık yaşıyordu. Araştırma yaparken su dolu bir lavaboya bir sayfa kağıt düşse ağzında dayanılmaz bir tat oluşuyordu. Yürürken adımlarını sayıyordu, çorba kasesinin, kahve fincanının, yemeklerin kübik parçacıklarını hesaplıyordu. Bunu başaramadığı zaman iştahı kaçıveriyordu -böylece tek başına yeme şansını da yitiriyordu. Fiziksel ilişkileri açısından en ciddisi de
başkalarının saçlarına dokunamıyor olmasıydı, "silah zoruyla belki". Fakat bu fobilerin ilk olarak ne zaman başladıklarını kesin olarak bilemiyoruz.
Anlattığına göre Tesla, Daniel'ın kaybından sonra anne babası için bir teselli olur umuduyla çok erken yaşlarda kendisini katı bir disiplin altına almaya başlamıştı. Diğer çocuklara nazaran çok daha alçakgönüllü, çok daha çalışkan ve cömert, her açıdan çok daha üstün olacaktı. Ancak kendini inkar etmeye ve doğal itkilerini bastırmaya başladıktan sonra içinde garip tutkular kök salmaya başlayacaktı.
Tesla'nın kişiliği o zamanlar değişmeye başlamıştı ancak Daniel'ın ölümünün üzerinden belli bir süre geçmeden bu değişiklikler tam anlamıyla kendilerini belli etmemişlerdi. "Sekiz yaşıma değin zayıf ve çekingen bir kişiliğim vardı" diye anlatıyordu. Düşlerinde hayaletler ve gulyabaniler görüyor, yaşamdan, ölümden ve tanrıdan korkuyordu. Fakat sonra bir çeşit değişiklik yaşayıp sürekli babasının hatırı sayılır büyüklükteki kütüphanesindeki kitapları hatmetmeye başladı. Babası Milutin Tesla bir süre sonra, oğlunun mum ışığında kitap okumaktan gözlerini harap edeceği korkusuyla Nikola'ya mum verilmesini yasaklayacaktı. Ama Nikola bunun da bir çaresini düşünmüştü, elindeki paçavralarla anahtar deliklerini ve kapı boşluklarındaki delikleri tıkadıktan sonra tüm gece boyunca okumaya devam ediyordu. Ta ki annesi şafakla birlikte işlerinin başına geçmek için ortalıkta dolaşmaya başlayıncaya dek.
Çocuğun çekingen mizacını değiştirecek olan kitap ünlü bir Macar yazarın "Abafi ya da Aba'nın Oğlu" adlı romanıydı. "Uyumakta olan irademi uyandırmış ve beni özdenetim üzerine çalışmaya sevk etmişti." Daha sonraları bir bilim insanı olarak ulaşacağı başarıları, geliştirdiği bu katı öz disipline atfedecekti.
Doğar doğmaz bir din görevlisi olacağı belirlenmişti. Her ne kadar çocuğun bir mühendis olacağı ortada olsa da babası bu konuda ısrarcı bir tutum sergiliyordu. Oğlunu bu göreve hazırlamak için Papaz Tesla her gün tekrarlanacak bir egzersiz uyguluyordu. "Bu her türlü çalışmayı kapsıyordu: bir başkasının düşüncelerini tahmin etmeye çalışmak, ifadelerdeki hataları bulmak, uzun cümleleri tekrar etmek ya da zihinden hesaplar yapmak. Bu günlük çalışmaların amacı hafızayı ve düşünme gücünü geliştirmek ve özellikle de eleştirel bir düşünce sistemine sahip olmaktı. Hiç şüphe yok ki hepsi de çok yararlı çalışmalardı." Annesi hakkında şunları yazmıştı: "O birinci sınıf bir mucitti ve inanıyorum ki, modern hayattan ve onun geniş olanaklarından bu denli uzak yaşamasaydı birçok büyük başarının altında onun da imzası bulunurdu. İhtiyaç duyduğu her türlü aleti kendisi tasarlayabiliyor, üretebiliyordu; kendi eğirdiği iplikten harika desenlerle kumaşlar dokuyabiliyordu. Tohumları ekme, büyütme ve en sonunda da bitkiyi liflerine ayırma işini bile kendi hallediyordu. Sabahtan akşama kadar hummalı bir tempo ile çalışıyordu. Ev halkının giysilerinin ve ev eşyalarının çoğu onun hünerli ellerinden çıkmaydı."
Çok zeki bir çocuk olan Daniel'ın, heyecanlandığı zamanlarda, gözünde ışıklar patlıyordu. Buna benzer bir durum çocukluğundan itibaren Tesla'ya da tüm hayatı boyunca musallat olacaktı.
Bunu yıllar sonra şöyle anlatacaktı: "Düşüncelerimin ve hareketlerimin önünü kesen, gerçek nesnelerin görünümünü çarpıtan, genellikle ışık patlamalarıyla birlikte ortaya çıkan görüntülerin neden olduğu bir duygu bu. Bunlar hep daha önce görmüş olduğum şeyler, şahit olduğum sahnelerdi, kesinlikle hayal ürünü değillerdi. Bir sözcük duyduğumda bunun bana ifade ettiği nesne gözlerimin önünde bütün canlılığı ile ortaya çıkıyordu ve elimi uzattığım takdirde ona dokunup dokunamayacağımdan bir türlü emin olamıyordum. Bu bende büyük bir huzursuzluk ve kaygı yaratıyordu. Başvurduğum hiçbir psikoloji ya da fizyoloji uzmanı bu durumu tam anlamıyla açıklayamıyordu..."
Bu durumu beynin, aşırı heyecanlanma anlarında retina üzerinde refleks etkileri yaratması şeklinde açıklıyordu. Bunlar halusinasyon değildi. Gecenin karanlığında bir cenaze ya da başka rahatsız edici bir görüntü, gözlerinin önünde beliriveriyordu ve elleri ile gözlerini kapatsa dahi bu görüntüden kurtulamıyordu.
"Eğer yanlış anlamıyorsam" diye yazıyor Tesla, "bir insanın tasavvur ettiği bir nesnenin imgesini bir perdeye yansıtmak ve böylece de bunu görünür kılmak mümkün olabilir. Böylesi bir ilerleme tüm insan ilişkilerinde bir devrim yapacaktır. Şuna inanıyorum ki bu mucize gelecekte gerçekleştirilebilir ve gerçekleştirilecektir de; şu kadarını söyleyebilirim ki, ben düşünce gücümün büyük bir oranını bu problemin çözülmesine adamış durumdayım."
Tesla'dan sonra birçok parapsikolog, banyo edilmemiş fotoğraf filmlerinin üzerine zihinsel imgelerini yansıtabildiklerini iddia eden birçok insan üzerinde çalıştılar. Düşüncenin elektronik yazıcılara doğrudan gönderilebilmesi de yeni araştırmalara konu olmakta.
Genç Tesla bu yıpratıcı imgelerden kurtulabilmek ve kendisine geçici de olsa bir rahatlama sağlayabilmek için hayal ürünü dünyalar kurmaya başladı. Her gece kendisini seyahatlere çıktığına, yeni yerler, şehirler, ülkeler gördüğüne, oralarda yaşadığına, yeni insanlarla tanıştığına, arkadaşlar edindiğine inandırıyordu ve "Her ne kadar inanılmaz da olsa bunlar bana gerçek hayattakiler kadar yakındı ve gerçeklerden bir nebze bile daha az canlı değildi."
Bu, zihninin ciddi bir şekilde yeni icatlarla meşgul olmaya başlayacağı on yedi yaşına kadar devam edecekti. Daha sonra, bu yeteneği sayesinde tasarımlarını bir modele, çizime ya da deneye ihtiyaç duymadan zihninde sanki gerçekmiş gibi canlandırabildiğini fark edecekti.
Bu yöntemin, tamamıyla deneysel olanlara nazaran, çok daha etkili ve ilerlemeye açık olduğunu düşünüyordu. Tesla'ya göre bir model inşa etmeye çalışırken detaylar arasında boğulma ve kullanılan aletlerin azizliğine uğrama riski oldukça yüksekti. Bunların yanı sıra tasarımcı işini geliştirirken asıl üzerinde çalışmakta olduğu tasarımın temel ilkesini göz ardı etmeye başlayabilirdi.
"Benim yöntemim ise farklı. Hemen işi eyleme dökmeye kalkışmam. Aklıma bir fikir geldiğinde bunu ilk önce kafamda şekillendirmeye başlarım. Yapıyı
değiştiririm, eklemeler yaparım ve aygıtı zihnimde çalıştırırım. Yaptığım bir türbini düşüncelerimde işletmem ile atölyemde test etmem arasında benim için bir fark yoktur. Eğer bir dengesizlik varsa bunu bir yerlere not bile edebilirim."
Yani, bir kavramı hiçbir şeye elini dahi sürmeden mükemmelleştirebileceğini öne sürüyordu. Aygıtı ancak tüm hataları beyninin içerisinde düzelttikten sonra cisimleştiriyordu.
"Makine kesinlikle düşündüğüm şekilde çalışacaktır ve deney tam anlamıyla planladığım doğrultuda yürüyecektir. Yirmi yıllık çalışma hayatım boyunca bunun tek bir istisnasıyla bile karşılaşmadım. Neden başka türlü olsun ki? Mühendislik, elektriksel ve mekanik şekillerde pozitif sonuçlar verir. Matematiksel işleme tabi olmayacak ve etkileri ya da sonuçları uygun teorik ve pratik veriler doğrultusunda hesaplanamayacak çok az konu vardır..."
Bu iddialarına karşın, Tesla tasarımlarının en azından bazı parçalarının taslaklarını önceden çiziyordu. Hayatının daha ileri safhalarında çalışma yöntemi Edison'un deneysel yaklaşımına daha fazla benzemeye başlayacaktı.
Tesla'nın çocukluğundaki gelişiminin ayrıntılarını öğrenmek oldukça güç. Çünkü hem böylesine yetenekli hem de kendisini zihinsel açıdan bu denli sıkı bir disiplin altına alabilen bir çocuğun, hangi becerilerinin doğuştan olduğunu, hangilerini sonradan kazandığını anlamak zor. Yine de bir insanın bir sayfa yazıyı ya da bu sayfa üzerindeki belirli ilişkileri ve sayısız örneği bir bakışta ezberleyebilmesi için -buna ister fotoğrafik hafıza, ister formal hafıza deyin- özel bir beceriye sahip olması gerekir. Bu tip bir hafıza ilk olarak kendisini ergenlik çağında belli etmeye başlar. Bu da insan vücudundaki kimyasal değişikliklerin bunda etkili olduğunu akla getirmektedir.
Tesla'nın durumunda da bu olağanüstü hatırlama gücü hayatının büyük bir bölümünde ona yardımcı oldu. Belki de bunda çocukluğunda aldığı özel eğitimin ve kendisine uyguladığı sürekli disiplinin de etkisi vardı. Colorado'da araştırma gereçlerinde deneme yanılma yöntemi ile yaptığı değişiklikler bu olağanüstü gücün belirtileridir.
Görsel buluşlarının tek bir kötü yanı olduğunu, bunun da kendisini zihnen ulaşılmaz bir zenginliğe karşın parasal açıdan yoksul bırakması olduğunu iddia ederdi. Aslında çok değerli olan icatları son bir düzeltme yapılmadan, yani ticari bir hale getirilmeden hayata geçiriliyordu. Edison ise buna asla izin vermezdi ve bunun için de yanında birçok asistan çalıştırırdı. Doğrusu Edison'un diğer mucitlerin fikirlerini topladığını ve bunları patent bürosuna sattığını iddia edenler de vardır. Tesla'nın durumunda bu tam tersi yönde işliyordu. Fikirler zihninden öyle hızlı geçiyordu ki bunları oldukları yerde tutamıyordu. Her saniye kendisini heyecanlandıracak yeni bir şeyler oluşmaya başlıyordu kafasının içinde.
Fotoğrafik hafızası diğer mühendislerle çalışmasını güçleştiriyordu. Diğerleri elle tutulur planlar istiyorlardı, Tesla ise zihniyle çalışıyordu. Okulda neredeyse sınıfta kalıyordu çünkü matematikte harikalar yaratmasına karşın zorunlu resim derslerine girmek istemiyordu.
Korkunç görüntüleri zihninden silip atabildiği zaman on iki yaşındaydı ancak tehlikeli ya da stresli durumlarda, ya da çok mutlu olduğu zamanlarda ortaya çıkan kaçınılmaz ışık patlamalarından asla kurtulamayacaktı. Bazı bazı, çevresindeki atmosferi canlı alevlerin yaladığını görüyordu. Bu durum etkisini yavaş yavaş yitireceğine daha da artırdı ve o yirmi beş yaşına geldiğinde doruk noktasına ulaştı.
Altmış yaşına geldiğinde şöyle diyecekti: "Bu ışık patlamalarını hala zaman zaman yaşıyorum. Yeni bir fikrin zihnimde parıldayıvermesi gibi durumlarda ortaya çıkıyor. Ama artık eskisi kadar heyecan verici değil bu, eskiye nazaran daha etkisiz. Gözlerimi kapattığımda, ilk önce mutlaka çok koyu ve tek tonlu bir mavi fon görüyorum. Tıpkı açık ama yıldızsız bir gecede olduğu gibi. Birkaç saniye içinde bu alan parıltılar saçan ve bana doğru ilerleyen yeşil ışıltılarla doluyor. Neden sonra sağ tarafımda birbirine paralel ve yakın ışınların oluşturduğu iki ayrı sistem görüyorum. Bu iki sistem birbirleri ile dik açı oluşturacak şekilde duruyorlar; sarı, yeşil ve altın renklerinin hakim olmasına karşın, her türlü rengi içeriyorlar. Sonra bu çizgiler daha da parlaklaşmaya başlıyor ve her yere parıltılar saçan belirgin noktalar serpiliyor. Bu resim yavaş yavaş görüntü alanımdan çıkıyor ve sola doğru kayarak yok olup gidiyor, yerini pek de hoş olmayan ölü bir griliğe bırakıyor. Burayı çabucak kabaran ve kendilerine canlı formlar vermeye çalışıyormuş gibi duran bulutlar doldurmaya başlıyor. İşin ilginç yanı şu ki, ikinci aşamaya geçilinceye değin bu griliği belirgin bir şekle benzetemiyorum. Her seferinde, uyuya kalmadan az önce, gözlerimde kimi şeylerin ya da insanların görüntüleri canlanıyor. Onları gördüğüm anda anlıyorum ki bilincimi yitirmek üzereyim. Eğer ortaya çıkmıyorlarsa ya da bunu reddediyorlarsa biliyorum ki bu uykusuz bir gece geçireceğim anlamına geliyor."
Okulda yabancı dil öğreniminde üstün başarı göstermişti. Slav diyalektlerinin yanı sıra İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca'ya hakimdi. Ama asıl matematikte yıldızlaşmıştı. Öğretmen soruyu tahtaya yazarken pusuya yatan ve yazması biter bitmez yanıtı patlatan cesaret kırıcı öğrencilerden biriydi. Başlarda bunun bir kandırmaca olduğu zannedilmişti. Ama kısa bir süre sonra bunun da cisimleri görselleştiren bir yetenek olduğu anlaşılacaktı. Zihninin optik ekranında tüm logaritmik tabloları depolayabiliyor ve gerektiği zaman da bunları kullanıma açabiliyordu. Yine de bir bilim insanı olduktan sonra tek bir bilimsel problemi çözebilmek uğruna uzun süre çaba sarf edeceği zamanlar gelecekti.
Birçok yaratıcı insanın yabancısı olmadığı bir durumu o da sıkça yaşıyordu. Bir türlü konsantre olamadığı, yanıtı bildiği halde somut bir hale getiremediği o anlar için, "İşin harika olan yanı" diyordu, "eğer bu şekilde hissediyorsam şundan kesinlikle emindim ki bu, problemi aslında çözmüş olduğum ve kısa bir süre sonra peşinde olduğum şeyi elde edeceğim anlamına geliyordu."
Elle tutulur sonuçlar da bu sezgiyi doğruluyordu. Şu bir gerçek ki Tesla'nın hayatı boyunca yaptığı makinelerin hemen hepsi kusursuz işlemiştir. Bilimsel ilkelerde yanılabilirdi, ya da yapım sırasında kullanılan malzemenin niteliği
konusunda dahi hata yapabilirdi ancak zihninde evrim geçiren ve sonradan metale dökülen makineler tam anlamıyla istediği şekilde çalışırdı.
Belki de onun çocukluğunda okul psikologları olsaydı gerçeklikle bağını koparan bu görüntüler nedeniyle ona hemen şizofreni tanısı konulacaktı; hızla terapilere ve ilaç tedavilerine başlanacaktı -belki de böylece yaratıcılığının kaynağı 'tedavi' edilecekti.
Zihninde yer eden imgelerin daha önce yaşadığı sahnelerden kaynaklandığını keşfettiğinde, çok önemli bir gerçeğe parmak bastığına inanmıştı. Her zaman için dışsal kaynağı bulmaya çalışmaya karar verdi. Yani uzun lafın kısası, Freud'un yöntemleri daha yaygınlaşmaya başlamadan çok önceleri bir çeşit otoanaliz yöntemi geliştirmişti ve bunu neredeyse bir refleks haline dönüştürmüştü.
"Neden ve sonuç arasında bağlantı kurmada önemli becerilere sahip oldum" diyordu. "Kısa bir süre sonra, şaşkınlıkla, aklımdan geçen tüm düşüncelerin dışsal bir izlenimden etkilendiğini fark ettim."
Bu egzersizlerden çıkardığı sonuçların tümü o kadar da yüreklendirici değildi. Özgür iradesine dayandığını düşündüğü eylemlerinin aslında dış koşulların ve olayların bir sonucu olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ve eğer bu doğru ise insan bir robottan pek de farklı bir şey değildi. Ya da farklı bir deyişle, bir insanın yaptığı her şey, buna deneyimlere dayanan hükümler doğrultusunda hareket etmek de dahil, bir makineye de yaptırılabilirdi.
Bu düşüncelerden yola çıkarak Tesla hayatında daha sonraları önemli bir yer tutacak -farklı açılardan da olsa- iki anlayış geliştirecekti. Birincisi insanların "etten kemikten yapılma makineler" olduğu idi. Diğeri de makinelerin, her türlü pratik amaç uğruna, insanlaştırılabileceği idi. Birincisinin sosyal hayatına pek bir değişiklik getirdiği söylenemez ama ikincisi onu "tele-otomatik" ya da robot dediği garip bir dünyaya sürükleyecekti.
Tesla ailesi, Nikola altı yaşındayken, Gospiç şehrinin yakınlarına taşınmıştı. Orada okula başlayacaktı ve hayatında ilk defa mekanik modeller ve su türbinleri ile tanışacaktı. Bunlardan bir sürü yapacak ve hepsini çalışıyor görmekten büyük bir zevk almaya başlayacaktı. Niagara Çağlayanı hakkında okuduğu bir yazı da onu büyülemeye yetecekti. Hemen hayalinde çağlayan sularının döndürdüğü devasa bir tekerlek canlanmıştı. Amcasına bir gün Amerika'ya gideceğini ve bu hayalini gerçekleştireceğini anlatıyordu. Otuz yıl sonra bu fikrinin hayata geçirildiğini gördüğünde "zihnin çözülemez gizemi" üzerine uzun uzun düşünmeye fırsat bulacaktı.
On yaşındayken, yeni bir kurum olan ve iyi bir fizik bölümüne sahip olan Jimnasyum'a yazıldı. Öğretmenlerinin sergilediği gösteriler onu büyülüyordu. Burada matematiğe olan yetkinliği parıldamaya başlamıştı ama babası "onu bir sınıftan diğerine geçirebilmek için hatırı sayılır bir çaba sarf ediyordu" çünkü resim derslerinde bir türlü dikiş tutturamıyordu.
İkinci yılında, saplantı derecesinde, sabit hava basıncı ve vakum olanağı ile sürekli hareket üretebilme sevdasına kapıldı. Çılgıncasına bu güçlere gem vurmaya çalışıyordu ama uzun süre ne yapacağını bilemedi. En sonunda, "Çabalarım beni, daha önce hiçbir ölümlünün başaramadığı bir icadın eşiğine getirdi." Bu en büyük düşlerinden biriydi: uçabilmek.
"Her gün, kendimi havanın içinde uzak mesafelere taşıyabiliyordum ama bunu nasıl başarabildiğimi bir türlü anlayamıyordum... Şimdi elimde somut bir veri vardı: bir eksen etrafında dönen bir şaft, çırpınan kanatlar ve sınırsız bir gücün vakumundan ibaret bir uçma makinesi!"
Yaptığı, iki taşıyıcı üzerinde serbestçe dönebilen bir silindir ve buna mükemmel bir şekilde oturan ve kısmen de kapatan bir dörtgendi. Gövdenin açık kısmı bir bölme ile kapatılmıştı ve silindirik parça hava geçirmez döner eklemler ile birbirinden tamamen bağımsız iki bölüme ayrılmıştı. Bu bölümlerden biri contalanmıştı ve içinde hava yoktu, diğer bölüm ise açıktı ve bu da silindiri sürekli hareket halinde tutacaktı -en azından mucidimiz böyle düşünüyordu. Ve gerçekten de, yapımı bittikten sonra şaft hafifçe dönmeye başlayacaktı.
"Bundarn sonra, rahatlığı ve lüksü ile Kral Süleyman'a yaraşacak bir taşıtla her gün hava gezintilerine çıkmaya başladım... Atmosfer basıncının silindir yüzeyine dik açı ile etki ettiğini ve yavaş dönme hareketinin bir sızıntıdan kaynaklandığını fark etmem için çok zaman geçmesi gerekecekti. Bu bilgiye zamanla ulaşmış olmama rağmen bu benim için acı verici bir deneyim olacaktı."
Kendisine birkaç numara küçük gelen bu okula devam ederken: "Tehlikeli bir hastalığa, daha doğrusu bir dizi hastalığa yakalandım, durumum o derece kötüleşmişti ki doktorlar beni tanrıya havale etmişlerdi." Kendisini biraz toparlayınca iyileşmesine yardımcı olur umuduyla okumaya başlamasına izin verildi. En sonunda yerel kütüphanedeki kitapların bir katalogunu hazırlaması istendi kendisinden. Bu görev sayesinde Mark Twain'in ilk eserleriyle tanışma şansını yakalayacaktı. Bu tanışmanın verdiği mutluluğun etkisiyle mucizevi bir iyileşme gösterecekti. Fakat ne yazık ki bu anekdot pek de akla yakın gözükmemektedir, zira Mark Twain o zamanlarda henüz okyanusu aşıp Hırvatistan'daki küçük bir kütüphaneye kadar ulaşacak bir kitap yazmamıştı. Hikayenin doğrusu her ne ise, Tesla bu kitaplardan çok hoşlanmış ve etkilenmişti. Bundan yirmi beş yıl sonra büyük mizah ustası ile New York'ta karşılaşacaktı ve bu hikayeyi kendisine anlattığı zaman Twain'in gözyaşlarına boğulması karşısında hayrete düşecekti.
Nikola öğrenimine Hırvatistan'ın Karlstadt şehrindeki daha yüksek bir okulda devam edecekti. Burası oldukça kasvetli, bataklıklarla kaplı bir bölgeydi ve sonuç olarak çocuk birkaç kere sıtma illetinin pençesine düşecekti. Ama bu hastalık fizik profesörünün de etkisiyle elektriğe yoğun bir ilgi duymasını engelleyemeyecekti. Gördüğü her deney zihninde binlerce yankı buluyordu, onu deneylerle ve araştırmalarla dolu bir geleceğe yöneltiyordu.
Eve döndüğünde bölge kolera salgınından kırılmaktaydı ve o da bu hastalığa yakalanmakta gecikmedi. Dokuz ay yatakta kaldı. Zar zor hareket edebiliyordu ve bir kez daha kendisinden umut kesilmişti. Bir keresinde babasının onu bir nebze olsun neşelendirebilmek için yanına oturup konuşmaya çalıştığını hatırlıyordu, o da bütün gücünü toplayıp babasına şöyle diyebilmişti: "Belki mühendislik okumama izin verirseniz kendimi daha iyi hissedebilirim." Nikola'nın ne olursa olsun din adamı olması gerektiğini düşünen papaz Tesla bu defa kendi merhametinin kapanına kıstırılmıştı ve boyun eğmek zorunda kalacaktı.
Bundan sonra olanlar biraz karışık. Görünen o ki Tesla'ya ordudan üç yıllık hizmet için bir celp gelmiş, bu görev ona din adamlığından daha da korkunç görünmüştü. Bu konuya sonraları fazla değinmemişti. Tek söylediği babasının sağlığına yeniden kavuşması için dağlarda bir süre kamp yapmasının iyi olacağı konusunda ısrarcı davranmış olması. Anlaşılan olay bu yönde gelişmiş ve Tesla orduya hizmet etmek zorunda kalmamıştı. Babasının ailesinde birçok yüksek rütbeli subay vardı ve anlaşılan onlar bilinen sağlık nedenlerini öne sürerek Tesla'nın ordu hizmetinden kurtulmasını sağlamışlardı.
Dağlarda geçen inişli çıkışlı bir yıl doğurgan hayal gücünü dizginlemeye yeterli olmamıştı. Atlantik Okyanusu altından mektup alışverişini sağlayacak bir tüp geçit fikri musallat olmuştu bu defa da kafasına. Tüpün içinden küresel mektup kutularının ittirilmesini sağlayacak suyu pompalama ünitesinin matematiksel hesapları üzerinde çalışmıştı. Ancak tüpün, akan su ile sürtünmesinden kaynaklanacak direncini hesaplamayı başaramamıştı. Sürtünme o denli büyük çıkıyordu ki planı iptal etmek zorunda kalmıştı. Ama bundan da sonraki icatlarında kullanabileceği bir sonuç çıkarmıştı.
Ivır zıvır işlere harcayacak vakti olmadığından hemen ekvatorun çevresinde dönecek devasa bir çember inşa etme projesi üzerine düşünmeye başlamıştı. Çember başta bir iskeleye bağlı duracaktı ama iskele düşürüldükten sonra Dünya'nın hızına eşit bir hızla dönmeye başlayacaktı. Bu açıdan bakılınca proje yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan senkronize uyduları getirmektedir insanın aklına. Tesla bununla daha bile fazlasını hedeflemişti. Bu aşamadan sonra çemberi dünyanın çevresinde sabit tutacak tepkisel bir güç harekete geçirilecekti. Böylece yolcular çembere tırmanabilecek ve saatte beş yüz kilometreye yakın bir hızla seyahat edebileceklerdi, ya da Dünya onların altında dönecek ve böylece dünyanın çevresini bir günde dolaşma şansını yakalayacaklardı.
Bu bir yıllık, pratik olmasa da muhteşem olan düşünme ve düşleme döneminden sonra Avusturya Graz'daki Politeknik Okulu'na yazılacaktı. İlk yılında Ordu Öncü Birliği'nin bursunu kazanacaktı ve böylece parasal kaygılardan uzak bir yıl yaşayabilecekti. Buna karşılık sabah saat üçten akşam dokuza değin aralıksız çalışmak ve iki yıllık işi bir yıla sığdırmak zorunda kalacaktı. Çalıştığı temel konular fizik, matematik ve mekanikti.
Bir işe başladı mı mutlaka sonunu getirme isteğinin Voltaire'in kitaplarını okumaya başlaması ile birlikte neredeyse kendi sonunu getirdiğini anımsıyor. Küçük puntolarla yazılmış yüz cilde yakın kitabı olduğunu dehşete düşerek
öğrendiğinde "bu devin yazdığı kitapları okuyabilmek için günde yetmiş iki fincan koyu kahve içerek" iç huzurunu yakalamaya gayret edecekti.
Öğrenim yılının sonunda girdiği dokuz sınavdan da kolaylıkla yakasını sıyıracaktı. Ama ertesi sene okula döndüğünde ekonomik rahatlığının yerinde yeller estiğini görecekti. Ordu Öncü Bursu iptal edilmişti ve bir din görevlisinin maaşı, yüksek meblağdaki harçları karşılayabilmekten çok uzaktı. Bu nedenle okul yılı bitmeden Tesla derslerini bırakmak zorunda kalacaktı. Ama elinde kalan kısıtlı zamanı çok iyi değerlendirecek ve bu ikinci yılında alternatif bir doğru-akım elektrik aleti fikri geliştirmeye başlayacaktı.
Elektrik mekanizmasını Tesla ile tanıştıran kişi teorik ve deneysel fizik derslerini veren bir Alman, Profesör Poeschl'dı. Adamın "elleri ve ayaklan bir ayının pençeleri kadar devasa" olmasına karşın Tesla için bu deneyler fazlasıyla ilham kaynağı oluyordu. Bir gün Paris'ten Gramme Makinesi denilen ve hem motor hem de dinamo işlevi görebilen bir doğru-akım aygıtı geldi. Tesla bu makineyi kendinden geçmiş bir halde incelerken tarif edilemez bir haz duymuştu. Komütatörü ve tele dolanmış bir armatürü vardı. Çalışırken kıvılcımlar saçıyordu. Bunun üzerine Tesla acemice Profesör Poeschl'e komütatörü kaldırarak ve alternatif akıma bağlayarak tasarımın geliştirilebileceğini söyleyecekti.
"Bay Tesla büyük işler başaracak" diye yanıtlayacaktı Alman profesör, ağır ağır ve sert bir tavırla. "Ama bunu asla yapamayacak. Bu yerçekimi gibi sabit bir çekim kuvvetini merkezkaç kuvvetine çevirmeye çalışmakla aynı şey olurdu."
Genç Sırp bu fikrin nasıl hayata geçirilebileceğini bilemiyordu ama cevabın zihninde bir yerlerde gizli olduğunu, çözümü bulana dek rahat yüzü göremeyeceğini de biliyordu.
Ama Tesla'nın parası suyunu çekmişti. Borç para bulmaya çalıştı, bunu da başaramayınca kumar oynamaya başladı. Kağıt oyunlarında pek başarılı değildi ama bilardoda harikalar yaratıyordu.
Ne yazık ki onu bu yeni keşfettiği becerisi de kurtaramayacaktı. Tesla'nın yeğeni Nikola Trbojeviç diğer aile üyelerine, Tesla'nın kolejden ve "kağıt oyunları oynamak ve düzensiz bir hayat sürmekten dolayı" da polis tarafından şehirden "atıldığını" öğrendiğini anlatır.
Annesi gerekli parayı zar zor toparlamış ve onunla buluşmak için Prag'a gitmişti. Babası ise onunla konuşmayı dahi reddediyordu. İki yılını geçirdiği Prag'da bir üniversitedeki derslere gayri resmi bir şekilde devam etmiş olabilir ama Çekoslovak hükümetinin kayıtlarına göre Çekoslovakya'daki dört üniversiteden hiçbirine kayıtlı değilmiş. Muhtemelen Tesla kendi kendinin öğretmeni olmuştu ki bu onun değerinden hiçbir şey eksiltmez. Faraday da kendi kendinin öğretmeni olmuş bir insandı.
1879 yılında Tesla, Maribor'da bir iş bulmaya çalışacak ama bunda da başarısız olacaktı. En sonunda eve dönmek zorunda kalmıştı. Aynı yıl babası da ölecekti
ve bu olaydan kısa bir süre sonra çalışmalarına devam edebilmek ümidiyle Prag'a geri dönecekti. Yirmi dört yaşına kadar orada kaldığına, dersleri izlediğine, çalışmalarına kütüphanede devam ettiğine ve bu şekilde kendisini fizik ve elektrik mühendisliği alanlarında geliştirdiğine inanılıyor.
Büyük olasılıkla kendine bir gelir sağlayabilmek umuduyla kumar oynamaya yine devam etmişti. Ancak bu defa müptela olma tehlikesi yoktu. Tesla nasıl bir kumarbaz haline geldiğini ve daha sonra bundan nasıl kurtulduğunu şöyle anlatır: "Oturup kağıt oynamak benim için mükemmel bir zevk kaynağıydı. Babam örnek bir yaşam timsaliydi ve asla benim yaptığım gibi, boş yere para ve zaman harcamaya katlanamazdı... Ona şöyle derdim: 'İstediğim zaman bundan vazgeçebilirim ama cennetin nimetlerini satın almamı sağlayacak bu oyunu neden bırakmam gereksin ki?' Zaman zaman öfkeye kapılır ve beni aşağılardı. Oysa annem farklıydı. O erkeklerin karakterini iyi tanırdı ve bir insanın kurtuluşunun ancak ve ancak kendi çabaları sayesinde olabileceğine inanırdı. Bir ikindi vakti, tüm paramı kaybetmiştim ve oyuna devam edebilmek için para arıyordum, sonra o yanıma geldi. Elinde fişler olduğu halde bana şöyle dedi: 'Git keyfine bak. Pek yakında elimizdeki her şeyi kaybedeceksin ve bu çok daha iyi olacak. Bunun üstesinden gelebileceğini biliyorum.' Haklıydı. O zaman, orada arzumun üstesinden geldim...Yalnızca vazgeçmedim, küçük bir izini dahi bırakmayacak şekilde bu şehveti yüreğimden söküp attım..."
Hayatının geri kalan bölümünde haddinden fazla sigara içmeye başladı, kahve de kalbini zayıf düşürüyordu. Ama irade gücü bir kez daha üstün gelecekti ve her iki kötü alışkanlıktan da kurtaracaktı onu. Çay içmeyi bile bırakmıştı. Tesla açıkça ("etten kemikten yapılma makineler" olan insanların sahip olmadığı) özgür irade ile irade gücünü ya da azmi, birbirinden ayırmaya başlamıştı.

3. UZAKLARDAN GÖÇÜP GELENLER
Amerika ve Avrupa'da telgraflar tıkırdamaya başlamıştı. Transatlantik kablo hattı döşenmişti. Alexander Graham Bell'in telefonları hızla tüm kıtaya yayılmaya başlamıştı ki 1881 yılında Budapeşte'de de bir santral kurulacağı haberi duyuldu. Bu şehir, Thomas Alva Edison'ın şubesi olma şerefine ulaşacak dört Avrupa şehrinden biriydi.
Tesla o yıl ocak ayında Budapeşte'ye doğru yola çıktı. Amcasının sözü geçen bir arkadaşı sayesinde Macaristan Hükümeti Merkez Telgraf Ofisi'nde bir iş bulmuştu kendisine. Elbette ki oldukça düşük ücretli bir görevli olarak çalışmak genç mühendisin hayallerini süslemiyordu. Ama o bu işe de büyük bir mutlulukla sarılacaktı.
Kısa bir süre sonra, doktorların başka şekilde açıklayamadıkları için sinir bozukluğu adını verdikleri bir hastalığa yakalanacaktı.
Tesla'nın hisleri oldukça kuvvetliydi. Birçok kere alevler çatırdamaya başlar başlamaz uykusundan uyanarak komşularını kendi evlerinde çıkmak üzere olan yangınlardan kurtarmıştı.
Kırk yaşlarında, Colorado'da bir şimşek deneyi üzerinde çalışırken neredeyse bin kilometre ötedeki gök gürlemelerini duyduğunu iddia etmişti, asistanları ise ancak üç yüz kilometre uzaklıktakileri duyabiliyorlardı.
Ama hastalığı sırasında hissettikleri Tesla'nın bile standartlarının üzerindeydi. Birkaç oda uzaklıktaki bir saatin tik tak seslerini bile duyabiliyordu. Odasında dolanan bir sineğin vızıltısı kulak zarlarını patlatacak gibi oluyordu. Birkaç kilometre öteden geçen bir at arabası neredeyse bütün vücudunu titretiyordu. Elli kilometre öteden geçen bir trenin düdüğü oturduğu sandalyeyi öylesine titretiyordu ki duyduğu acı dayanılmaz oluyordu. Ayaklarının altındaki zemin sürekli oynuyordu. Dinlenebilmek için yatağının altına kauçuk minderler koyuyordu.
"Yakından ve uzaklardan gelen kükreyen sesler beni korkuya sürüklüyordu ve bunların ne olduğunu bir türlü ayırt edemiyordum. Güneş ışınlarının önü periyodik olarak kesildiğinde bu beynim üzerinde öylesine büyük bir güç alanı yaratıyordu ki kendimden geçiyordum. Bir köprü ya da bunun gibi bir yapının altından geçebilmek için tüm irademi zorlamam gerekiyordu çünkü kafatasım üzerinde dayanılmaz bir basınç hissediyordum. Karanlıkta bir yarasa kadar duyarlı olabiliyordum, metrelerce uzaklıktaki bir nesnenin varlığını alnımda hissettiğim bir ürperti sayesinde fark edebiliyordum."
Bu dönemde nabız atışları normalin altından dakikada iki yüz altmışa kadar aniden inip çıkabiliyordu. Kendi bedenindeki seğirmeler ve titremeler bile neredeyse başlı başına dayanılmaz bir ıstırap kaynağı haline gelmişti.
Doğal olarak Budapeşte'deki tıp uzmanları bu durum karşısında hayrete düşmüşlerdi. Adını yeni yeni duyurmaya başlamış bir doktor hem Tesla'ya yüksek dozda potasyum salık veriyor hem de hastalığının tedavisinin mümkün olmadığını söylüyordu.
Tesla o zamanlar için şöyle söylüyor: "O zamanlarda fizyoloji ve psikoloji uzmanlarının incelemelerine tabi olamadığım için ölene dek kişisel bir pişmanlık duyacağım. Hayata umarsızca sarılmıştım ama iyileşebileceğimi hiç ümit etmiyordum."
Buna karşın sağlığına kavuşmakla kalmadı, bir arkadaşının yardımı ile o güne kadar hiç sahip olamadığı bir güce ulaştı. Arkadaşının adı Anital Szigety idi. Bir makinist, aynı zamanda da bir atletti. Szigety Tesla'yı sürekli egzersiz yapmanın faydalarına inandırmıştı ve ikisi sık sık birlikte şehir turlarına çıkıyorlardı.
Graz Politeknik'ten ayrılmasının üzerinden yıllar geçmiş olmasına karşın iyi çalışmayan doğru akım mekanizması Tesla'nın aklından bir an bile çıkmamıştı. Daha sonraları her zamanki gösterişli üslubuyla bu konu hakkında şunları yazacaktı: "Bu konuyu basit bir çözümle geçiştirmek istemiyordum. Bu konu içimde kalmıştı, bu bir ölüm kalım meselesiydi. Muvaffak olamadığım takdirde yok olup gideceğimi biliyordum."
Ama, aslında savaşı kazanmış olduğunu hissediyordu. "Beynimin kıvrımları arasında bir yerde yatıyordu yanıt ama henüz bunu kelimelere dökememiştim."
Bir ikindi vakti arkadaşı Szigety ile birlikte şehir parkında günbatımına doğru yürüyorlardı ve Tesla Goethe'nin Faust'undan pasajlar okuyordu.
O an, "Fikir bir şimşek gibi çaktı ve bir anda gerçek tüm çıplaklığıyla karşımda parıldamaya başladı."
Tesla'nın çırpınan uzun kollan nöbet geçiriyor gibi öne doğru uzanmıştı. Szigety telaşlanmış, arkadaşını bir banka oturtmaya çalışıyordu ama Tesla bir dal parçası bulana kadar rahat edemeyecekti. Oturur oturmaz toprağın üzerine bir diyagram çizmeye başladı.
"Bak işte motor burada, bak da gör nasıl da tersyüz ediyorum onu."
Tozların üzerine çiziktirdiği bu diyagram altı yıl sonra Amerika Elektrik Mühendisleri Enstitüsü'ndeki söylevinde gösterilecek, dünyaya yepyeni basit ve kullanışlı bir bilimsel ilke olarak sunulacaktı. Uygulamaları teknoloji dünyasında tam anlamıyla bir çığır açacaktı.
Tesla'nın aklında sadece yeni bir motor değil, tamamıyla yeni bir sistem vardı çünkü düzensiz salınım yapan iki ya da daha fazla dalgalı akımın ürettiği sabit bir eksen etrafında dönen manyetik alan ilkesini bulmuştu. Uyumlu akımların yarattığı bu kasırga sayesinde hem komütatör (bir elektrik akımının yönünü değiştirmekte kullanılan aygıt) hem de akıma yol işlevi gören armatürler devre dışı kalıyordu. Profesör Poeschl'in tezini çürütmüştü.
Bunca hareketliliğe karşın Tesla'nınki ortaya çıkana değin tam anlamıyla başarılı bir AC motoru üretilememişti. Bu indüksiyon motoru yepyeni bir sistemin atar damarıydı ve bilim dünyası için çok büyük bir adımdı.
Tabii büyük bir icada hayat vermekle bunu insanlara duyurmak arasında dağlar kadar fark vardır. Tesla çoktan kendisini zengin ve ünlü bir adam olarak görmeye başlamış, hayal gücünün meyvelerini verdiğini düşünmüştü; tabii bunlar aldığı çekin kendisine ne kadar süre yeteceğine bağlı idi. En sonunda buruk bir şekilde, "Ayın son yirmi dokuz günü en zor geçenleri" diye itiraf edecekti. Ama artık bu zorluklar bile ona daha katlanılabilir geliyordu çünkü en sonunda kendisine bir mucit gözüyle bakabiliyordu.
"Bu olmak istediğim şeydi... Arşimet benim idealimdeki insandı. Sanatçıların eserlerine de hayranlık duyuyordum ama bunlar benim zihnim için gölgelerden ve biçimlerden ibaretti. Bir mucit ise dünyaya somut yaratılar verirdi, yaşayan ve işleyen eserler."
Bunu takip eden günlerde kendini tamamıyla yeni alternatif akım aletleri geliştirmeye adadı.
"Bu, hayatımda hissettiğim en eksiksiz zihinsel mutluluk haliydi... Fikirler sakin bir akışla zihnime doluyordu, çektiğim tek zorluk onları oldukları yerde tutamamamdı.
"Tasarladığım aygıtın parçaları zihnimde en ince ayrıntılarına değin bütün somutluğuyla canlanıyordu. Sürekli çalışan makineler hayal etmekten büyük bir zevk alıyordum... Doğal bir esin arzulu bir isteğe dönüştüğünde insan hedefine dev adımlarla koşmaya başlar. Ben de iki aydan daha kısa bir süre içinde bu sistem dahilinde akla hayale gelebilecek her türden değişikliği ve motoru üretebildim..."
Çok fazlı indüksiyon, yarı fazlı indüksiyon ve çok fazlı sinkronus gibi kullanışlı alternatif akım motorları; ayrıca elektrik üretecek, aktaracak ve kullanacak tüm çok fazlı ve tek fazlı motorları tasarlamıştı. Ve gerçekten de zamanla dünyadaki tüm elektrik, Tesla Çok Fazlı Sistemi ile üretilmeye, aktarılmaya, dağıtılmaya ve mekanik enerjiye dönüştürülmeye başlanacaktı.
Yıl 1882 idi ve fikirler hala Tesla'nın zihninin içinde patlamaya devam ediyordu. Prototip üretecek ne zamanı ne de yeterli parası olduğundan telgraf ofisindeki işinde yoğunlaşacak ve kısa bir süre sonra mühendisliğe terfi edecekti. Merkez istasyondaki aygıtlarda çeşitli değişiklikler yapmıştı. Bunların arasında patentini almayı unuttuğu bir telefon amplifikatörü de (yüksel-teç) vardı ve bu iş sayesinde değerli pratik deneyimler kazanıyordu.
Aile dostları sayesinde -Puskas denilen iki kardeş- Edison'un Paris'teki telefon şubelerinden birinden bir iş teklifi alacak ve 1882 güzünde Paris'e doğru yola çıkacaktı.
İlgi alanının doruk noktasında Continental Edison Şirketi'ndeki görevlilere alternatif akımın muhteşem potansiyel faydalarını tanıtmak vardı. Fakat genç Sırp, Edison'un bu konuda konuşulmasından nefret ettiğini öğrendiğinde derin bir hayal kırıklığı yaşayacaktı.
Genç ve Paris'te yaşıyor olmanın sağladığı olanaklar onu kısa sürede teselli edecekti. Amerikalı ve Fransız yeni arkadaşlar ediniyor, bilardodaki üstün becerisini geliştiriyor, her gün kilometrelerce yürüyor ve Sen nehrinde yüzüyordu.
İşteki görevi sorun çözücülüğü idi. Fransa ve Almanya'da kurulan Edison enerji şebekelerindeki aksaklıkları düzeltiyordu. Bir gün şirket tarafından bir iş için Alsas'a gönderilince yanına gerekli malzemeleri de alacak ve ilk defa burada alternatif akım indüksiyon motorunu inşa edecekti. "Kaba taslak kurulmuş bir aletti ama alternatif akımların komütatöre gerek olmadan rotasyon sağladığını ilk defa görmek bana tarifi mümkün olmayan bir mutluluk yaşatmıştı."
1883 yılı yazında, bir asistanın da yardımıyla aynı deneyi iki kere daha tekrarladı. Kendi ürettiği AC'nin Edison'un DC'sine olan üstünlüğü o derece belirgindi ki hiç kimsenin bunu görmezden gelemeyeceğini düşünüyordu.
Tesla'dan, Alman Hükümetinin devralmayı reddettiği, Strasburg'daki bir Tren İstasyonu Aydınlatma Şebekesi konusunda bir şeyler yapması istenmişti. Ve Alman Hükümeti'nin bu konudaki şikayetlerinde oldukça büyük bir haklılık payı vardı. İmparator I. Wilhelm'in de hazır bulunduğu açılış töreni sırasında koca bir
duvar kısa devre nedeniyle havaya uçmuştu. Büyük bir ekonomik kayıp tehlikesiyle karşı karşıya kalan Fransa şubesi Tesla'ya dinamoyu tamir etmesi ve Almanları yatıştırması karşılığında yüklüce miktarda bir prim vaat etmişti.
İşini başarıyla tamamlayan Tesla primini almak ümidiyle Paris'e dönmüştü. Ama üzülerek görecekti ki bu vaat asla yerine getirilmeyecekti. Amiri olan üç yönetici de en sonunda Tesla'nın tepesi atana ve istifasını verene dek işi birbirlerine havale edecekti.
Şebekenin yöneticisi ve Edison'un yakın arkadaşlarından biri olan Charles Batchelor genç Sırp'ın yeteneklerinin farkına varmıştı. Tesla'ya kırların da, paraların da daha yeşil olduğu Amerika'ya gitmesini tavsiye edecekti.
"Sermayeyi kediye yüklemiştim, güvenli işimi bırakmıştım ve şimdi tren hareket etmek üzereyken ellerim cebimde öylece kalakalmıştım" diye anlatıyor Tesla. "Biletim ve param yoktu, ne yapacağımı şaşırmıştım. Hareket halindeki trenin yanında koşmaya başlamıştım ve beynimin içi birbirine zıt düşüncelerle doluydu. Karar verdim, elimin çabukluğu bana yardım etti ve işte son anda kompartımanın içerisindeydim..."
Amerika'ya doğru yola çıkmıştı. Cebinde birkaç kuruş para, yanında çiziktirdiği birkaç şiir ve makale taslağı -fazla açıklamaya gerek duymadan- çözümsüz bir problem olarak adlandırdığı bir dizi hesap ve bir uçuş makinesinin çizimleriyle beraber... Şurası kesindi ki, henüz yirmi sekizinde olmasına karşın dünyanın en büyük mucitlerinden birisiydi. Ama bundan, kendisinden başka, Tanrının tek bir kulunun haberi yoktu.

4. EDİSON'UN HUZURUNDA
Neyse ki, en azından hiç kimse, başındaki şaşalı melon şapkası ve üstünde kara paltosu olduğu halde sıcak bir temmuz günü Manhattan'daki Castle Gate Göçmen Bürosu'na giren Tesla'yı Montenegrolu bir çoban ya da çevresine yüklü miktarda borç takıp ortalardan kaybolan bir hapishane kaçkını zannetmemişti. 1884 yılıydı, yani Fransa halkının Amerika'ya Özgürlük Anıtı'nı armağan ettiği yıldı. Emma Lazarus'un sözlerine yanıt verircesine on altı milyon Avrupalı ve Asyalı birkaç yıl içinde bu ülkeye akın etmişti ve gelmeye de devam ediyorlardı. Kadın erkek, hatta çocuk, herkes Amerika'da patlak veren sanayi devrimini besleyen yakıt gibiydi. Bu yıl aynı zamanda 1884 paniğinin yaşandığı yıldı.
Tesla, yeni gelenlerin emek çetelerine fabrikalarda, madenlerde, demiryollarında, limanlarda günde on üç saatlik ezici bir çalışma için köle gibi pazarlandığı Göçmen İş Bulma Kurumuna adımını dahi atmayacaktı. Bunun yerine, elinde Edison'a hitaben yazılmış kapı gibi tavsiye mektubu ve cebinde bir tanıdıktan aldığı adres ile polislere yol sora sora, cansiperane, New York sokaklarına atılacaktı.
Bir dükkanın yanından geçerken dükkan sahibinin bozuk bir makineye küfürler yağdırdığını işitti. Adamın yanında durdu ve makineyi tamir etmeyi teklif etti. Yapılan işten dükkan sahibi o denli hoşnut kaldı ki hemen Tesla'ya yirmi dolar verdi.
Yürürken genç Sırp'ın aklına gemide duyduğu bir fıkra geldi ve gülümsemeye başladı. Amerika'ya henüz gelmiş Montenegrolu bir çoban yolda yürürken on dolarlık bir banknot görür. Eğilip parayı aldıktan sonra kendi kendine şöyle söylenir: "Bugün Amerika'daki ilk günüm, neden çalışmak zorunda olayım ki?"
Henüz otuz ikisinde olmasına rağmen saçları ağarmaya başlayan Thomas Alva Edison, Bayan Edison'un kendi kreasyonundan ve ellerinden çıkma damalı işçi gömleği içinde kaba saba, neşeli, hafif kambur duran zeki bir insandı. İlk bakışta insana yüzünde bir ifade yokmuş gibi gelirdi ama ziyaretçileri kısa süre içinde gözlerinde parlayan uçsuz bucaksız enerjinin ve zekanın farkına varırlardı.
O zamanlar Edison, bir dahi için bile, fazlasıyla zayıf birisiydi. Goerck Sokağındaki Edison Machine Works'ü ve Beşinci Cadde'deki Edison Electric Light şirketini kurmuştu. 255-57 Pearl Sokağındaki elektrik üretim istasyonu tüm Wall Street'e ve East River'a hizmet veriyordu. Ve New Jersey Menlo Park'ta birçok insanın çalıştığı ve inanılmaz olayların gerçekleşebileceği bir araştırma laboratuvarı vardı.
Bazen kendisi de burada boy gösterir, laboratuvarın arkasındaki jeneratörden gelen doğru akımla beslenen ve demirlerin üzerinde saatte seksen kilometre hızla ilerleyebilen "küçük demir lokomotif canavarı"nın çevresinde dans ederdi. Bu laboratuvara sesini Edison'un fonografı ile ölümsüzleştirmek için Sarah Bernhard da gelmişti. Nazikçe Edison'un I. Napolyon'la olan benzerliğinden dem vurmuştu.
Pearl Sokağı jeneratörü New Yorklu birkaç yüz varlıklı insana hizmet ediyordu ama Edison şehrin her yanındaki doğru akım şebekeleriyle uzak noktalardaki imalathaneleri, fabrikaları ve tiyatroları da besliyordu. Ayrıca denizde yüzen gemileri de aydınlatacak şebekeler kurması için ardı arkası kesilmeyen teklifler alıyordu ki bu da tam bir baş ağrısıydı. Çünkü denizin ortasında çıkabilecek olası bir yangın feci bir kabusa dönüşebilirdi.
Aynı zamanda özlü sözlerinden gelen ününü de korumak zorundaydı. "Ticaret ve sanayi dünyasında herkes hırsızlık yapar" diyordu vecizelerinin bir tanesinde. "Ben de çok çaldım. Ama ben nasıl çalınacağını biliyorum. Diğerleri bilmiyorlar..." Diğerleri ile kastettiği Batı Sendikası idi. Onlar için bir iş yapıyordu, aynı zamanda da rakip firmaya onlara yaptığı işle rekabet etmelerini sağlayacak başka bir icadını satıyordu.
Çok ünlü bir diğer deyişi de matematikçi olmaya ihtiyaç duymadığı, ne zaman istese bir tanesini işe alabileceği yolluydu. Formal eğitim almış bilim insanları bu sözlerden alınabilirdi ama Amerika'nın teknolojik ilerlemesinin bu safhasında mühendislerin ve mucitlerin doğal hayata çağdaşları olan akademisyenlerden çok daha fazla katkıda bulunduğu da göz ardı edilemezdi.
Herkes ne demek istediğini gayet iyi anlıyordu, Edison sözlerine icatlarının değerini getirdiği para ile ölçtüğünü ve başka bir şeyin onu ilgilendirmediğini eklemeden edemezdi.
Julian Hawthorne şöyle açıklıyordu: "Eğer Edison mucitliği bırakıp yazarlığa merak sarsaydı dünyanın en büyük romancılarından biri olurdu..."
1884 yılının sinirleri bozan bir yaz günüydü. Amerikalı mucit Pearl Sokağı üretim istasyonundayken Beşinci Cadde'deki Vanderbiltlerin evinden bir acil durum çağrısı aldı. Evde, ince metal tellerden oluşan iki kablonun birbirine dolanması nedeniyle yangın çıkmıştı. Alevler söndürülmüştü ama ateşten gömleği bir kere sırtına geçirmiş olan Bayan Vanderbilt yatışmak bilmiyordu. Sorunun kilerdeki buhar makinesinden ve kazandan kaynaklandığını öğrenmişti. Ama aklı başından giden kadın tüm şebekenin sökülmesini istiyordu.
Edison hemen bir tamir takımını işbaşına çağırdı, fincanındaki soğuk kahveden bir yudum aldı ve ne yapacağını düşünmeye başladı. Telefon çaldı. Edison alıcıyı daha iyi işiten kulağına götürdü.
Gemicilik şirketinin yöneticisi alaylı bir ses tonuyla aydınlatma şebekesindeki dinamoların tamir edilmesi konusunda herhangi bir planı olup olmadığını soruyordu. Büyük yolcu gemisi S.S. Oregon günlerdir limana çakılmış bekliyordu; tabii bu arada da şirket hatırı sayılır miktarda para kaybediyordu.
Edison ne diyebilirdi ki? Gönderebileceği mühendisi yoktu.
Hasetle Morgan'ı düşündü. Bay J. Pierpont Morgan, sırf Murray Tepesindeki malikanesinin bahçesinin altındaki özel kazanı ve buhar makinesi için bir mühendis tutmuştu. O kadar gürültü çıkartıyordu ki komşuları dava açma tehdidinde bulunmuşlardı. Ama bu Morgan için önemli bir sorun değildi; ne zaman işler sarpa sarsa bir puro yakıp yatı Corsair'le bir tura çıkabilirdi.
"Hemen öğleden sonra bir mühendis göndereceğim" diye söz verdi Edison armatöre.
Morgan, Edison'un tüm New York şehrini sarmalayan, iyi çalışmadığı için atları bile ürküten doğru akım şebekesinin finansörüydü. Ortalama finansörler ve sanayiciler hala elektriğin önemini kavrayamamışlardı ama Morgan gibi az sayıda insan elektriğin Arşimet'inkinden bu yana dünyada görülen en umut verici icatlardan biri olduğunu sezebiliyordu. Herkesin enerjiye ihtiyacı vardı. Ve er ya da geç herkes Edison'un akkorunu kullanmaya başlayacaktı.
Elektrik mühendisliği, bilimsel yaratıcılığa sahip yetenekli insanların girdiği, vaat ettiği parasal zenginliğin yanı sıra bilinmeyen bir dünyanın çekiciliğini ve tehlikelerini de içeren yeni bir alandı.
Cornell ve Columbia Üniversiteleri, ülkede bünyelerinde elektrik mühendisliği bölümleri bulunan ve bununla haklı bir gurur duyan birkaç kurumun arasında yerlerini almıştı. Amerika'da yetişen bir avuç uzman vardı ama bunların
arasından Edison, Joseph Henry, Elihu Thomson gibi devler çıkmıştı. Sanayiciler de Tesla, Michael Pupin, Charles Proteus Steinmetz, Batchelor, Fritz Lowenstein gibi yabancı bilim insanlarına yönelmişlerdi.
Ama New York ışıklarının yanıp sönmesini en başta Edison'un dehasına borçluydu. Bayan Cornelius Vanderbilt'in aile malikanelerinin devasa merdivenlerinden beyaz saten ve elmaslardan müteşekkil, pek çok kişinin aklından uzun süre çıkmayacak, "Elektrik Işığı" adlı kostümü ile indiği ve Astorlar'la Vanderbiltler arasında güdülen kinin sona erdirildiği o dillere destan balo düzenleneli henüz bir yıl olmamıştı.
Edison, olmayan mühendisini gemicilik şirketine göndermeyi vaat etmiş ve telefonun alıcısını henüz yerine koymuştu ki içeriye bir görevli girdi, Ann ve Nassau Sokaklarında yeni sorunlar çıktığını bildirdi. Mucidin deneyimsiz elektrik teknisyenlerinden birinin monte ettiği bağlantı kutusunda kaçak vardı. Bir faytoncu ve atı bir anda havaya fırlamış sonra da hızla sokağın diğer ucuna doğru kaybolup gitmişti.
Edison bütün hıncını adamcağızdan çıkardı "Git eğer becerebilirsen kendine adam bul, akımı kes ve kaçağı tamir et" diye bağırdı bütün gücüyle.
Başını kaldırınca bürosunda beklemekte olan uzun boylu bir siluet gördü.
"Yardımcı olabilir miyim bayım?"
Tesla kendini tanıttı, aksanına özen gösteriyordu ve biraz da bağırıyordu, Edison'un işitme problemi olduğundan haberi vardı.
"Size Mr. Batchelor'dan bu mektubu getirdim, efendim."
"Batchelor ha? Paris'te ters giden bir şeyler mi var?"
"Bildiğim kadarıyla hayır, efendim."
"Saçmalama, Paris'te her zaman ters giden bir şeyler vardır."
Edison Batchelor'un kısa tavsiye mektubunu okudu ve homurdandı. Ama Tesla'ya da insanın içini delip geçen bir bakış fırlatmaktan geri kalmadı.
"'İki müthiş adam tanıyorum ve sen bunlardan birisisin; diğeri de bu genç adam!' Ne tavsiye mektubu ama! Ne yaparsın sen?"
Tesla geminin güvertesindeyken bu sahneyi defalarca prova etmişti. Edison'un şöhreti onu çok etkilemişti. İşte, formal bir eğitim almamış olmasına rağmen yüzlerce yararlı ürünün icatçısı olan adamın karşısındaydı şimdi. Kendisi ise yıllarca kitapların içine gömülüp kalmıştı, hem de ne uğruna? Bunu gösterecek ne geçmişti eline? Aldığı tüm o eğitim ne işine yaramıştı ki?
Hemen Continental Edison için Fransa ve Almanya'da yaptıklarını anlatmaya koyuldu. Edison'un nefes bile almasına fırsat vermeden keşfettiği döngüsel
manyetik alan ilkesi ile çalışan kendi imalatı alternatif akım indüksiyon motorunu anlatmaya koyuldu. Bu geleceğin dalgası, diyordu. Akıllı bir yatırımcı bununla bir servet edinebilirdi.
"Ağır ol!" dedi Edison sinirlenerek. "Bana bu safsatalardan bahsetme. Tehlikeli bir iş bu. Şu anda Amerika'da doğru akım kullanıyoruz. Bu, insanların hoşuna gidiyor ve ben de yuvarlanıp gidiyorum bu işle. Ama belki sana da bir iş verebilirim. Bir geminin aydınlatma şebekesini tamir edebilir misin?"
Tesla aynı gün S.S.Oregon'un güvertesine yanında gerekli aletlerle çıkmış ve gerekli tamirleri yapmaya başlamıştı bile. Dinamolar oldukça kötü durumdaydı, birçok kısa devre ve kopukluk vardı. Tayfaların da yardımıyla bütün gece çalıştı. Ertesi gün şafak sökerken bütün iş bitmişti.
Edison'un dükkanına doğru Beşinci Cadde'de yürüyordu ki yolda dinlenmek için evlerine gitmekte olan Edison ve onun önde gelen adamlarıyla karşılaştı.
"İşte gecelerini sokaklarda geçiren Parislimiz de burada" diye söylendi Edison.
Tesla gemideki her iki makinenin de tamirini henüz bitirmiş olduğunu söyleyince ona sessizce baktı ve tek bir sözcük daha söylemeden yoluna devam etti. Fakat aşırı hassas bir duyma yeteneği olan Tesla, biraz uzaklaştığında şöyle dediğini işitebilecekti: "Bu herif gerçekten de esaslı biri."
Edison Tesla'nın yeteneklerini kısa sürede takdir edecek, kendisine şirketin problemlerini ve tasarımlarındaki sorunları çözmede tam yetki ve özgürlük tanıyacaktı. Tesla saat 10:30'dan sabah 5:00'a kadar çalışıyordu; yeni patronu onun bu temposu karşısında şu sözleri esirgemeyecekti: "Çok çalışkan adamlarım oldu ama senin gibi yamanını görmedim."
Çok geçmeden Tesla, Edison'un ilkel dinamolarını elden geçirmeye ve doğru akımın kısıtlı olanaklarına karşın, daha etkili çalıştırılma yollarını araştırmaya başlayacaktı. Hepsinin yeniden tasarlanması için bir plan sunmuştu ve bu sayede yalnızca daha iyi çalışmalarını sağlamakla kalmayacağını, parasal olarak da şirketin oldukça kazançlı çıkacağını söylüyordu.
Kurnaz iş adamı özellikle ikincil fayda üzerinde duruyordu ama Tesla'nın söz ettiği yeniden yapılanmanın büyük bir iş olduğunu ve bunun uzun süreceğini biliyordu. "Bu işin ucunda elli bin dolar var sana, tabii eğer altından kalkabilirsen" dedi.
Tesla aylar sürecek hummalı bir çalışmaya girişti. Yirmi dört adet dinamoyu yeni plan doğrultusunca geliştirmekle kalmadı, sisteme bir de otomatik kontrol mekanizması ekledi, bunun için patenti alınacak orijinal bir sistem geliştirmişti.
İki dahi arasındaki kişilik farklılıkları ilişkilerini daha en baştan mahkum etmişti. Edison, Tesla'yı bir teorisyen ve kültürlü olduğu için sevmiyordu. Menlo Park'ın Büyücüsü, dahiliğin yüzde doksanının "işe yaramayan şeyleri bilmekten" ibaret olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden kendisi sorunları inceden inceye tartmanın önemine inanıyordu.
Tesla da bu "deney bağımlılığı" hakkında şöyle konuşacaktı alaylı alaylı: "Edison ancak bir arıda bulunabilecek bir sebat ve gayretle samanlıkta iğne aramaya bayılır, her çöpün altını tek tek araştırırdı. Bu tip çabalara pek çok kez şahit oldum. Oysa ufak bir teori ve birkaç hesaplamayla bu angaryanın yüzde doksanından kurtulabilirdi insan."
Tanınmış bir editör ve mühendis olan Thomas Commerfold Martin bir keresinde Tesla'nın doğduğu köyü Hırvatistan haritasında bulamayan Edison'un Tesla'ya ciddi ciddi hayatında hiç insan eti yiyip yemediğini sorduğunu anlatır.
"En başına buyruk dahinin bile bir yörüngesi vardır" diye yazar Martin, "ve bu iki adamın kendilerine has yöntemleri, tarzları ve eğitimleri vardı. Bay Tesla kendi iyiliği için bu birlikteliğe bir son vermeliydi."
En temel bir hijyen anlayışında dahi iki insan ancak bu denli zıt düşebilirdi birbiriyle. Mikroplardan ölesiye korkan ve aşırı derecede müşkülpesent Tesla, Edison için şöyle düşünüyordu: "Ne bir hobisi var ne de herhangi bir spor dalıyla ya da başka bir uğraşla ilgileniyor. En basit hijyen kurallarını dahi kesinlikle umursamıyor... Eğer kendisini koruyacak, gözetecek sıra dışı bir zekaya sahip eşi olmasaydı çok önceleri bu katıksız ihmalkarlığı yüzünden ölür giderdi..."
Edison'un dinamolarını baştan tasarlamak Tesla'nın yılının büyük bir bölümünü almıştı. En sonunda iş büyük bir başarıyla tamamlanınca elli bin dolarını ne zaman alabileceğini sormak için Edison'a gidecekti.
Edison masasının üzerine koyduğu bacaklarını yana devirecek, ağzı bir karış açık Tesla'ya şu yanıtı verecekti:
"Tesla, senin biz Amerikalıların espri anlayışından haberin yok anlaşılan."
Öyle görülüyordu ki Tesla bir kez daha Edison şirketinden kazık yemişti. Sinirlenerek istifa edeceğini bildirdi. Edison ise buna karşılık "müthiş" bir teklifte bulunacaktı. Aylık 18 dolar olan maaşına 10 dolarlık bir zam yapmak. Tesla melon şapkasını aldığı gibi dışarı çıkacaktı.
Edison'a göre Tesla bir "bilim şairi" idi. Düşünceleri "harika ama kullanışsız"dı. Genç mühendisi bir hata yapmakta olduğu konusunda uyarıyordu -gerçekten de bir süre için bu uyarıda haklılık payı vardı. Ülke hala iş bulmanın çok zor olduğu derin bir ekonomik kriz içindeydi.
84 krizi o denli büyük bir güvensizlik ortamı yaratmıştı ki Amerika'nın dört bir yanında binlerce küçük ölçekli yatırımcı iflas bayrağını çekmişti. İşadamları kurtuluş için hükümete değil Morgan'a başvuruyorlardı. Bu para babası da gücü tek bir merkezde toplamaya yönelik ince planlarının işçi sorunları ve demiryollarındaki paylaşım savaşı nedeniyle tehlikede olduğunu düşünüyordu.
Herkes hayali amaçlara hizmet eden çok fazla demiryolu döşendiğinin farkındaydı ve bunun sonu da iflas olacağa benziyordu. Şirketler birleşmeliydi. Ama Morgan oldubittiye gelecek ya da ihtiyatsız davranacak tipte bir adam değildi. Rakipleri biraz terleseler ne olurdu sanki? O da bu arada Avrupa'nın kaplıcalarını dolaşır ve sanat eserleri toplardı.
Tesla bir yaz ortasında Amerika'ya ayak bastığında Morgan sakin seyahatlerinden birinde, İngiltere'deydi. Ama oradan "demiryolu fiyaskosu" ve dalga dalga yayılan panik haberleri aldı. En sonunda ülkesine dönmeye ve eşsiz aklını ulusunun hizmetine sunmaya karar verdi.
Morgan'ın çözümü çatışan tüm şirketleri Corsair' in güvertesinde yapılacak bir toplantıda bir araya getirmekti. Tüm bir gün boyunca diğer sanayi devleri ile birlikte körfezde ve East River'da bir aşağı bir yukarı salınacaklardı. Bu savaş insanlar arasında patlak vermemişti, bu oligarşik çatışmada kilitlenen petrol, çelik ve demiryolları çıkarları arasındaki savaştı. Gece bastırmadan Morgan hepsini öyle iyi "örgütlemişti" ki, akıllıca kurulan birleşik şirketler sayesinde "zararlı rekabet" en alt seviyeye çekilmişti. Bu Morgan'ın yönteminin özüydü ve bu yöntem pek kısa bir zaman içerisinde gelecek vadeden yeni elektrik kurumlarında da kendisini hissettirecekti.
Bu sırada mühendislikte kazandığı ün iyiden iyiye yayılmaya başlayan Tesla'nın çevresinde de bir grup yatırımcı toplanmış ve kendi adına şirket kurma teklifi getirmişlerdi. Bu teklifin üzerine atlayacaktı. En sonunda müthiş alternatif akım buluşunu dünyaya tanıtılabilecekti. Ve böylece, kendine has görüşüne göre, insanlık sıkıntılarından kurtulacaktı. Fakat, ne yazık ki destekleyicilerinin aklındaki daha basit ve pratik bir fikirdi. Sokaklardaki ve fabrikalardaki ark aydınlatmalarının geliştirilmesi sahası oldukça büyük bir pazardı ve öncelikle bu konu üzerinde durulması gerekiyordu.
Böylece merkezi Ne w Jersey Rathway'de ve bir şubesi de New York'ta olan Tesla Electric Light Şirketi kuruldu. Şirket çalışanları arasında, yirmi yıl boyunca hep Tesla'nın perde arkasındaki müttefiki olacak James D. Carmen de vardı. Joseph H. Hoadley le birlikte Tesla'nın şirketlerinin bazılarında çalışacaklardı.
Grand Street'teki ilk laboratuvarında işe koyulan Tesla, kullanılmakta olanlardan çok daha güvenli, dayanıklı, basit ve ekonomik olan Tesla ark lambasını üretecekti. Sistemin patenti alınacak ve ilk olarak Rathway sokaklarında kullanılacaktı.
Tesla'nın buna karşılık alacağı ödül ise şirketin birkaç hissesinden ibaret olacaktı. Acıyla karışık bir şaşkınlıkla Amerikan ticaret sisteminin cilveleriyle şirketten nasıl rahatça uzaklaştırıldığını görecekti. Elinde bol miktarda hisse senediyle açıkta kalakalmıştı. Şirket henüz çok genç olduğu ve halen ekonomik bir kriz dönemi yaşandığı için de bu hisselerin hiçbir kıymeti yoktu.
Tesla üçüncü kez sahneyi terk ediyordu.
Kötüye gidiş çöküşe dönüşmüştü, mühendis olarak çalışabileceği bir iş bulamıyordu. 1886 güzünden ertesi yıla uzanan süre boyunca hayatının en zor dönemlerinden birini yaşadı. New York sokaklarında işçi gruplarıyla birlikte ölesiye çalışıyor, hayatını güç bela devam ettirebiliyordu. Tesla daha sonraları bu acı dolu anılarından pek fazla söz etmeyecektir.
Yine de bu arada bazı ilerlemeler olmuştu. Ark aydınlatmada yaptığı yenilikler sayesinde yedi patent hakkı, ayrıca yine aydınlatma ile ilgili başka patentler almıştı ki bunlardan ikisi özellikle ilgi çekiciydi. Bu sistemde demirin 750 santigrat derece üzerindeki ısılarda manyetik özelliğini kaybetmesi ve bu sayede ısının doğrudan mekanik ya da elektrik enerjisine dönüştürülmesi prensibi uygulanıyordu. Tesla'nın diğer pek çok buluşu gibi bunlar da hemen kullanım alanı bulamayacaklar ve unutulmaya terk edileceklerdi. Fakat yirminci yüzyılda yeni yeni bu sisteme benzer bir uygulama, her ne kadar bunun Tesla'nın önceki buluşlarının bir devamı olduğu pek hatırlanmasa da dikkat çekmeye başlamıştır.
Döngüsel manyetik alanı keşfetmesinin ve Strassburg'da ilk alternatif akım motorunu çalıştırmasının üzerinden dört yıl geçmişti. Amerika'nın yeşil çayırları ve banknotları kendisinden daha ne kadar kaçabileceklerdi acaba? Yaşadığı hayal kırıklıklarından gururu incinmiş, yine kara kara kaybedilen yıllar diye kabul ettiği eğitimine harcadığı zaman üzerinde düşünmeye başlamıştı.
Fakat talihi yeniden umulmadık bir şekilde yön değiştirecekti. Çalıştığı ve dayanılmaz acılar çektiği işyerindeki ustabaşı, indüksiyon motorunun bahsini duymuş, mucidi, Western Union Telgraf Şirketi'nin yöneticisi A. K. Brown ile tanıştırmaya götürmüştü. Bu adam alternatif akım hakkında bilgi sahibi olmasının yanı sıra yeni fikirlere de oldukça açık bir kişiydi.
Edison'un önündeki devrimi görmeyi başaramadığı, ya da daha doğrusu doğru akım elektrik sisteminin sonunun geldiği yerde Brown geleceğin kokusunu almıştı. Tesla adına bir şirket kuruldu. En sonunda bu şirket ile 1882 yılında Budapeşte'deki bir parkta tasarladığı alternatif akım motoru üzerinde çalışabilecekti.

5. AKIMLAR SAVAŞI BAŞLIYOR
Tesla'nın yeni şirketi için hevesle kurduğu atölyeler 33-35 Güney Beşinci Caddede, Edison'un atölyelerinden yalnızca birkaç blok ötedeydi. Yarım milyon dolar sermayeyle kurulan Tesla Elektrik Şirketi 1887 yılının nisan ayında hizmete açıldı. Bu anı çok uzun zamandır beklemekte olan Tesla için bu bir düşün gerçek olması anlamına geliyordu. Kendi ürettiği dinamolar gibi gece gündüz, aralıksız çalışmaya başlayacaktı.
Her şey zihninde gizli olduğundan çok fazlı AC motoru için doldurması gereken patent formları üzerinde birkaç ay daha çalışması gerekiyordu. Bu, gerçekte, tek fazlı, çift fazlı ve üç fazlı alternatif akımlardan müteşekkil tam bir sistemdi. Diğer tipler üzerinde de deneyler yapmıştı. Ve her tip için uygun dinamolar, motorlar, trafolar ve otomatik kontrol mekanizmaları geliştirmişti.
Amerika'da halen farklı devre ve donanım kullanmakta olan yüzlerce santral vardı. Bunlar genellikle bir ya da bir grup buluş üzerinde odaklanmışlardı. Buna göre, Elihu Thomson Massachussets Lynn'deki Thomson-Hous'ton şirketinin fabrikasındaki küçük alternatörleri ve trafoyu 1886 yılında kurmuştu, bu sistem diğer bir fabrikanın akkor lambalarını da besliyordu. Fakat elektrik tertibatı için güvenli bir sistem geliştirebilmek için bir yıla daha ihtiyacı vardı. Demiryolları hava freni sistemleri yatırımcısı George Westinghouse da Gaulard ve Gibbs'in AC dağıtım sistemi patent haklarını satın almış ve mühendisi William Stanley'i bir trafo sistemi inşa etmekle görevlendirmişti. 1886 yılında sistemin başarılı bir testi yapılmıştı. Westinghouse aynı yıl kasım ayında Buffalo'da Amerika'daki ilk ticari AC sistemini işletmişti, aynı zamanda otuzun üzerinde şebeke de inşa halindeydi. Buna ilaveten, tabii ki, bir de bu sahadaki yarışmaya ilk katılanlardan biri olan Edison Elektrik Şirketi'nin doğru akım sistemi vardı.
Ancak hala tatminkar bir alternatif akım motoru üretilememişti. Atölyelerini açmasının üzerinden altı ay geçtikten sonra Tesla patent ofisine test edilmesi ve dosyalanması için iki motorunu gönderecekti. 1892 yılı boyunca kırk patent için başvuracak ve bunları alacaktı. Tüm icatları o denli orijinal ve üstündüler ki hiçbir beklemeyle karşılaşmıyordu.
En sonunda hak ettiği üne gecikmeli de olsa kavuşmaya başlamıştı. Cornell Üniversitesi bünyesinde Elektrik Mühendisliği dersleri açan A. Anthony, Tesla'nın sisteminin önemini ilk bakışta kavramış ve onun lehine bir konuşma yapmıştı. Bu sistem sadece yeni bir motor olmakla kalmıyor, aynı zamanda yeni bir teknolojiyi müjdeliyordu. Sistemin belkemiği, Anthony'nin deyişiyle aksaklık yapacak tek bir parçası bile olmayan basit indüksiyon motoruydu.
Birleşik Devletler Patent Bürosundan sızmaya başlayan bu gizli hareketliliğin haberleri kısa süre içerisinde endüstriyel ve akademik çevreleri olduğu kadar Wall Street'i de sallamaya başlamıştı. Profesör Anthony'nin önerisi doğrultusunda bu meçhul genç Sırp, Amerika Elektrik Mühendisleri Enstitüsü'nden 16 Mayıs 1888'de bir seminer düzenleme daveti alacaktı.
Tesla şaşkınlıkla kendisinin doğuştan yetenekli bir hatip olduğunu fark edecekti; söylevi de klasikler arasındaki yerini alacaktı. Seminer konusu "Yeni bir Alternatif Akım Motoru ve Trafo Sistemi" idi.
Semineri değerlendiren Dr. B. A. Behrend, "Faraday'ın Elektrikte Deneysel Araştırmalarının ortaya çıkmasından bu yana ilk defa bu derece önemli bir deneysel gerçek bu denli basit ve açık bir şekilde açıklanıyor" diyecekti. Arkasından gelenlere yapılacak bir iş bırakmamıştı. Hazırladığı rapor, matematiksel teorinin iskeletini dahi içermekteydi.
Tesla'nın zamanlaması bundan daha iyi olamazdı. Aldığı patentler Westinghouse'un peşinde koştuğu çözümleri içeriyordu. Pittsburglu kodaman, mors bıyıkları ile tıknaz, kaba saba, hareketli, iyi giyinmeyi ve macerayı seven bir adamdı. Pek yakında o da Morgan gibi raylar üzerinde giden özel vagonu ile seyahat etmeye başlayacaktı, önceleri Pittsburg New York arasında, daha sonraları Niagara Şelalesine kadar uzanacaktı. Girişkenliği ile ün yapan
Westinghouse az çok Edison'u andırıyordu. Ve Edison gibi o da mücadeleci bir insandı. Bu iki adam pek kısa bir süre içerisinde aynı ringde mücadele edeceklerdi.
Westinghouse da esaslı işadamlarındandı ama o 'soyguncu baron' gibi politikacıları satın almaya çalışmaz, insanları yolunacak kazlar gibi görmezdi. Onun birincil olarak görüş alanını kaplayan konu Amerika'nın her yanına dalga dalga yüksek voltajlı akım gönderilebilmesini sağlayabilecek potansiyel bir enerji sistemiydi. Tesla gibi o da bir zamanlar büyük Niagara'nın hidroelektrik potansiyelini değerlendirme hayalleri kurmuştu.
Tesla onu laboratuvarına davet etti. Yeni enerji kaynaklan hakkında düşler gören iki züppe adamın frekansları hemen tutmuştu. Tesla'nın laboratuvarı ve atölyesi ilgi çekici aletlerle doluydu. Westinghouse bir makineden diğerine koşuyor, bazen öne kaykılıyor, ellerini dizlerine koyuyor, her şeyi dikkatle inceliyordu; bazen başını hafifçe yana eğiyor alternatif akım motorlarından gelen mırıltıları dinlerken başını zevkle sallıyordu. Birkaç açıklamaya ihtiyacı vardı.
Ne yazık ki belgelenememiş bir hikayeye göre o an Tesla'ya tüm AC motorlarının patenti karşılığında 1 milyon dolar ve ayrıca telif haklarını teklif etmiştir. Böyle bir teklif yapılmış olsa bile muhtemelen sonradan geri çekilmiş olmalı; nitekim Tesla Westinghouse'dan daha sonra kırk patenti karşılığında 60 bin dolar almıştı; bunun 5 bin doları nakit para geri kalan kısmı da 150 hisse senediydi. Westinghouse'un arşiv kayıtlarına göre ise satılan her beygirgücü enerji karşılığında iki buçuk dolar almaktaydı. Birkaç yıl içerisinde bu telif haklarının karşılığı öyle devasa boyutlara ulaşmaya başlayacaktı ki, bu konuda sorunlar baş gösterecekti.
O an için ise Tesla ödemeleri Brown ve şirketin diğer yatırımcıları ile paylaşmak zorunda olduğundan henüz süper zenginler arasına girememişti. Yine de sırtından yırtık pırtık esvabını atmış, Manhattan'in sosyal çevrelerine katılmış olması hoş bir durumdu ve onun için oldukça da baş döndürücüydü.
Westinghouse'un şirketinde tek fazlı sistemini güncellemek için ayda 2 bin dolar karşılığında çalışmayı kabul etmişti. Ek bir gelir kazanacak olması çok iyiydi ama bunun yanı sıra bir de Pittsburg'a taşınması gerekiyordu ki bu da tam New York "400"ün üyelerinden heyecan verici davetler almaya başladığı zamana denk geliyordu. New York'tan ayrıldı ama gözü arkada kalmıştı.
Her yeni sistemde karşılaşılan birçok zorluk onu bekliyordu. Westinghouse'un o zamanlar kullanmakta olduğu 133 devirli akım 60 devir için üretilmiş indüksiyon motoruna uygun değildi. Mühendisleri bu konuda uyarmıştı ama sözünü dinlemeleri için aylar boyunca beyhude ve pahalı deneyler yapmak zorunda kalacaklardı. Bir kere gerektiği gibi çalıştırılınca motor tam da tasarlandığı şekilde işlemeye başlamıştı. O günden beri 60 devir, indüksiyon motorlarında bir standart halini almıştır.
Tesla kısa bir süre içinde kendisi için icatları kadar önemli olan başka bir başarıya daha imzasını atacaktı. 1891 yılının 30 Temmuz günü Amerikan
vatandaşlığına kabul edilecekti. Bunun kendisi için bilimsel çalışmalarından daha onur verici olduğunu anlatıyordu arkadaşlarına. Şeref belgeleri çekmecelerinin derinliklerine gömülmeye mahkum olacaktı ama vatandaşlık belgesi her zaman için ofisinin baş köşesindeki yerinde güvende olacaktı.
Birkaç ay sonra Pittsburg'daki işlerini tamamlayacak, fiziksel ve zihinsel bir bitkinlik içinde New York'a dönecekti. Bir şekilde bu birkaç ayının heba olduğunu düşünüyordu çünkü yeni araştırmalar yapıp ilerleyecek zamanı ayıramamıştı kendisine.
Eylül'de Paris'teki Uluslararası Sergi'ye katılmak için yola çıkacak, oradan da amcası Petar Mandiç ile birlikte Hırvatistan'a geçecekti. Petar bir zamanlar Ogulin yakınlarındaki Gomirje manastırında papazlık yapmıştı. Bitkin mucit burada biraz dinlenip sağlığına kavuşacaktı.
Oradan da annesinin ve kız kardeşlerinin ziyaretine gidecekti. Ne yazık ki dul annesinin o zamanlar nasıl şartlarda yaşadığına, ya da Amerika'da para kazanmaya başladıktan sonra Tesla'nın ailesine yardımcı olup olmadığına dair her hangi bir kayıt günümüze ulaşmamıştır.
Edison, Tesla'nın Westinghouse ile birlikte alternatif akım konusunda bir anlaşma yaptığını ilk duyduğunda öfkeden mosmor kesilmişti. En sonunda saflar belirginleşmeye başlamıştı. Pek yakında Edison'un adaları alternatif akımın sözde tehlikelerini çevreye anlatmaya koyulacaklardı. Edison'a göre AC'nin neden olduğu kazalar mutlaka ortaya çıkartılmalı, yoksa ortaya çıkması sağlanmalı ve toplum ivedilikle bu tehlikeye karşı uyarılmalıydı. Akımlar Savaşında söz konusu olan sadece parasal çıkarlar değildi, işin içine fazlasıyla benmerkezci bir dahinin gururu da giriyordu.
Ülke kendisini tamamıyla gelişime kaptırmıştı. Pittsburg'da çelik işleri, Brooklyn'de yeni bir köprü, Manhattan'ın semalarında kuleler vardı. Demiryolları, toprak ve altın doğru zamanda doğru yerde olanlara ve akıllıca yatırımlar yapanlara servetler getiriyordu. Fabrikalarında yaklaşık 3 bin işçi çalıştıran Edison da o zamanlar Amerikalı sanayiciler arasında başı çeken simalar arasındaydı.
Sonradan Edison ve Marconi'ye katılarak Sırp arkadaşına karşı üçlü ittifak oluşturacak olan Michael Pupin de Tesla'ın AC sisteminin üstünlüğünü ilk bakışta fark edenler arasındaydı. Anlattığına bakılırsa, aslında bu yeni teknolojiye sürekli "methiyeler" düzmesinden dolayı Columbia Üniversitesi elektrik mühendisliği fakültesinden atılmasına ramak kalmıştı.
Bir çiftlikte, Sırbistan'ın askeri sınırlarında büyüyen Pupin, Amerika'ya on beş yaşında, cebinde bir nikelle (beş sent) çıkagelmişti (serveti Tesla'dan bir sent daha fazlaydı), ton başına elli sentten kömür çıkartmaya başlamış, sonradan Columbia Üniversitesi ve Cambridge'in burslarını kazanmıştı. Tesla gibi o da Amerika'nın en büyük fizikçilerinden ve elektrik mühendislerinden biri haline gelmişti.
Fakat Pupin elektrik endüstrisinin komutanlarının iyi eğitimli uzmanlara pek ilgi göstermemesinden şikayetçiydi. Tek ilgilendikleri şey, kendi deyişiyle, alternatif akımın kendi doğru akımlarının yerini almamasıydı.
"Tam anlamıyla Amerikan bir düşünce tarzı" diyordu buna taze Amerikalı. "Tüm tarafsız ve zeki uzmanlar biliyorlardı ki her iki sistem birbirini en iyi şekilde tamamlamaktadır."
Westinghouse'un elindeki patentler hakkında, özellikle de kendi mucitlerinin Tesla'dan daha önce davrandıklarını iddia eden rakip şirketler tarafından davalar açılmaya başlanmıştı.
Oturumlar Walter Baily, Marcel Deprez ve Charles S. Bradley adlı mucitler lehine kapanıyordu. General Electric de Tesla'nın patentlerini saf dışı bırakabilmek amacıyla, parlak matematikçileri Charles Steinmetz'in "monosiklik" denilen sistemini resmi işleme tabi tutmuşlardı. Oysa Steinmetz'in kendisi hiçbir zaman Tesla'nın AC sahasındaki üstünlüğünü sorgulamıyordu bile.
Bu tip hareketler insanların kafasını karıştırıyordu, hatta mühendislik dalının kimi uzmanları dahi, neredeyse evrensel bir geçerlilik bulan bu sistemin tamamıyla Tesla'nın eseri olduğundan emin olamıyordu. Bu karmaşıklık, Connecticut Çevre Mahkemesi Hakimi Towsend'in Tesla lehine 1900 yılında verdiği genel ve inandırıcı karara karşın, halen etkisini sürdürmektedir. Hakim Towsend'in sözleri, sırf bu nedenle bile olsa, burada tekrarlanmaya değer:
"Doğa ve bilim sahalarının dizginlenemeyen, sınır tanımayan ve bugüne değin denetim altına alınamamış unsurlarına egemen olmak ve bunlara insanın kullanacağı makineler haline dönüştürecek surette gem vurmak Tesla nın dehasına nasip olmuştur. Arago'nun oyuncağımın bir enerji makinesine; Baily'nin 'laboratuvar deneyinin pratik anlamda başarılı bir motora dönüştürülebileceği fikrini ilk olarak o sunmuştur.
"Başkalarının yıkılmaz duvarlar, aşılmaz akımlar, çelişik güçler olarak algıladıklarını o avcuna almış ve Niagara'nın gücünü uzak şehirlerde kullanışlı motorlar şeklinde değerlendirmiştir."
Bunu mahkemeye intikal eden tüm davaların düştüğüne karar veren bir hüküm olarak kabul edebilirsiniz.
West Orange, New Jersey'de, Edison'un devasa laboratuvarı ile aynı mahallede oturan insanlar evcil hayvanlarının ortadan kaybolmaya başladıklarını fark ettiler. Kısa zamanda bunun nedeni de anlaşılacaktı. Edison çocuklara getirdikleri her bir kedi ve köpek karşılığında yirmi beş sent ödüyordu ve bu hayvanları acımasız deneylerde kasten alternatif akım vererek öldürüyordu. Daha sona bunları üzerlerinde kırmızı harflerle "DİKKAT!" yazılmış broşürlerle halka gösteriyordu. İşin ana fikri şuydu: Eğer insanlar tehlikenin farkına varmazlarsa, Westinghouse tarafından katledileceklerdi.
Edison iki yıl boyunca bu kan davasının zeminini hazırlamıştı. E. H. Johnson'a şöyle yazmıştı: "Ölüm kadar kesin olan bir şey var ki, Westinghouse herhangi bir büyüklükteki sistemini kurduktan sonra altı ay içerisinde bir müşterisi ölecek. Elindeki güç büyük ve bu pratiğe geçirilmeden önce yüzlerce deneye tabi tutulmalı. Ve tehlike hiçbir zaman tam anlamıyla geçmiş olmayacak..."
Şimdi de Westinghouse'u suçluyordu: "Planlarından hiçbiri beni zerre kadar korkutmuyor. Beni asıl endişelendiren, W. tüm ülkeyi propaganda ajanlarına boğabilecek denli büyük bir adam. Her yere eli uzanacaktır ve biz daha ne olup bittiğini anlayamadan bir sürü şirket kuracaktır..."
Gözlerini bu meydan okumaya çeviren Westinghouse başta Edison'un sıkıştırmalarına pek aldırmadı ama en sonunda mücadele için eğitimsel bir kampanya hazırladı. Konuşmalar yapacak, makaleler yazacak, insanların gerçekleri öğrenebilmesi için elinden geleni ardına koymayacaktı.
Westinghouse'un önem verdiği diğer bir olay 1893 yılında yapılacak olan Chicago ve Columbia fuarlarıydı. Tasarımcılar çoktan gözlerini bu olaya çevirmişlerdi. Amerika'nın keşfedilişinin 400. yıldönümünde, Geleceğin Dünyası ve Beyaz Şehir ülkeyi aydınlığa boğacaktı. Bundan daha iyi bir gösteri olanağı zor bulunurdu.
Fakat talihsiz bir şekilde, en iyi kullanım olanaklarını araştırmakla görevli Uluslararası Niagara Komisyonu'nun başkanlığına ünlü bir İngiliz bilim insanı olan Lort Kelvin getirilmişti. O da kendi eski kafalılığı ile doğru akımın tarafını tutmaktaydı.
Komisyon uygulanabilirliğe en yakın proje için 3 bin dolarlık bir değer biçti ve yirmiye yakın öneri aldı. Ancak üç büyük şirketin, Westinghouse, Edison, General Electric ve Thomson-Houston'un iştirakine oy birliğiyle izin verilmemişti. Komisyon, başkanlığını Edward Dean Adams'ın yaptığı New Yorklu, Cataract İnşaat Şirketi adlı bir grup tarafından bir araya getirilmişti. Westinghouse'a göre şirket, "üç bin dolar için yüz bin dolar değerindeki bilgiye ulaşmaya çalışıyordu." İş konuşmaya hazır olduklarında o da önerisini sunacaktı.
Hızlı büyüme dönemlerinde sıklıkla rastlandığı üzere, Wes-tinghouse'un parasal sorunları vardı. Şebekelerini Tesla'nın çok fazlı sistemine uyumlu hale getirmek için tahmin ettiğinden daha büyük meblağlarda para harcamıştı. Ve şimdi, tam da büyüme için sermayeye susamış olduğu bir dönemde, bankerler fazlasıyla eli sıkı davranıyorlardı.
Tek tesellisi Edison'un da başının dertte olmasıydı. Wall Street'te yayılan söylentilere bakılırsa, destek bulamadığı takdirde Edison'un sorunları büyüyecekti. Dertlerini savuşturmak için gittikçe daha da sertleşiyordu. Westinghouse'un hava frenleriyle uğraşmasını çünkü elektrik işinden hiçbir şey anlamadığını söylüyordu.
Edison'un akımlar savaşındaki ilk saldırısı Albany'de parlamenterlerle kulis yaparak elektrik aktarımının 800 voltla sınırlanmasına dair bir yasa
çıkartılmasını tasarlamak oldu. Bu şekilde AC'nin durdurulabileceğini düşünüyordu. Ama parlamenterler bu işe pek de sıcak bakmadılar çünkü Westinghouse, Edison'un şirketi ve diğerleri hakkında, New York yasaları uyarınca, komplo tezgahlamaktan dolayı dava açacağını söyleyerek saldırıyı göğüslemişti.
Edison Pittsburg yenilgisini ağız kalabalığı ile savuşturmaya çalışıyordu: "Bu adam delirmiş, eninde sonunda çamura saplanacağı bir uçurtma ile uçmaya çalışıyor."
Gazetelerle, broşürlerle ve kendi sözleriyle nefret dolu bir kampanya başlatan Edison, bununla da yetinmiyor, mideleri kaldırabilen gazetecilere cumartesi gösterileri düzenliyordu. Bunlara, sokaklardan çocuklara para karşılığı toplattığı ürkmüş kedi ve köpeklerin, bir AC jeneratöründen bin voltluk elektrik akımı alan tellere bağlanan metal levha üzerine çıkartılmalarını seyrettiriyordu.
Batchelor da zaman zaman alternatif akımın tehlikelerini sergileyen bu gösterilerin düzenlenmesine yardımcı oluyordu. Bir keresinde titreyen bir hayvancağızı tutmaya çalışırken kendisi de esaslı bir şoka maruz kalmıştı. "Ruhun ve bedenin korkunç bir şekilde ayrılması anının berbat hatırasını... bedenin titreyen liflerine dalan uçsuz bucaksız, aman vermeyen törpünün yarattığı hissi" anlatacaktı. Ama hayvanların kurban edilmesi devam edecekti.
Edison bu savaşa ölümüne, bu kendi ölümü olmasa dahi, girmişti. Kendisi, Samuel Insull ve bir laboratuvar asistanı, birinin ölümü ile Westinghouse'un sırtını yere getirmeyi tasarlamışlardı, bunun öldürücü bir darbe olacağını düşünüyorlardı.
Brown bir dalavereyle, Tesla'nın AC patentlerinden üçünü, Westinghouse'un haberinin olmadığı bir amaçla kullanmak için satın almayı başarmıştı. Brown bundan sonra Sing Sing Cezaevini ziyaret edecekti. Kısa bir süre sonra cezaevi yönetimi artık idam cezalarının asma şeklinde değil elektrik verme şeklinde infaz edileceğini, bunun için de Westinghouse'un telif haklarına dahil olan alternatif akımı kullanacaklarını açıklayacaktı.
İlk infaz gerçekleştirilmeden "profesör" Brown, Edison'un seyyar gösterileri için yollara düşecekti. Sahnede buzağılara ve büyük köpeklere AC elektrik verecekti. Onları "Westinghouse Tarzı" ile öldürdüğünü açıklayacaktı. Etkili bir şekilde Amerikalılara "eşinizin yemekleri bu icatla mı pişirmesini istiyorsunuz?" diye soruyordu.
New York Eyalet Hapishanesi yönetiminin cinayetten hükümlü bir mahkumun elektrik verilerek idam edildiğini açıklaması toplumun endişelerini tetikleyecekti. William Kemmler 6 Ağustos 1890 günü idam edilmişti -Westinghouse Tarzıyla.
Kemmler elektrikli sandalyeye oturtulmuş, şalter indirilmişti. Ama deneylerinde hep zayıf hayvanları kullanmış olan Edison'un mühendisleri yanılmışlardı. Elektrik yükü yeterli değildi ve hükümlü ancak yarı yarıya öldürülebilmişti.
Korkunç işlem bir kere daha tekrarlanacaktı. Gözlemcilerden biri bunun "korkunç bir manzara, asmaktan daha beter" olduğunu anlatacaktı.
Westinghouse bu uzun ve kirli kampanya süresince halka, deliller ve tanıklar göstererek AC hakkındaki gerçekleri anlatmaya çalışmıştı. Talihi Cornell Üniversitesinden Profesör Anthony'yi, Columbia'dan Profesör Pupin'i ve diğer pek çok saygıdeğer bilim insanını onun tarafına çekmişti.
Edison'un ortakları işin renginin değişmeye başladığını fark etmişler ve büyük mucidi kendi endüstriyel geleceği açısından büyük bir hata yapmakta olduğu konusunda ikna etmeye çalışmaya başlamışlardı. Ama inatçılık onun zayıf yönlerinden biriydi ve o bunu görmeyi reddediyordu. Ancak yirmi yıl sonra bunun yaptığı en büyük hata olduğunu kabul edecekti. Eninde sonunda en büyük vecizelerinden biri şuydu: "Büyük bir servet edinmek umurumda değil... birisini alt etmek benim için daha önemli..."
Fakat Edison bilimsel hatasını kabul etmeye hazır olmadan uzun süre önce, önceliklerinde değişiklik yapması gerektiğini fark etmişti. Parasal sorunları dağ gibi büyümüştü, ortak bir şirket bulunması artık kaçınılmaz olmuştu.
Diğer yandan Morgan ise, Amerika'nın gelecekteki elektrik endüstrisini, hem AC hem de DC, "zararlı rekabet"i saf dışı bırakarak kontrolüne alma hayali gerçek olmaktan çok da uzak değildi. Demiryollarını, petrolü, kömürü ve çeliği nasıl tek elde topladıysa, aynı taktiği elektrik için de kullanacağı anlamına geliyordu bu. Açıkçası, en çok gelecek vadeden yatırımlar tüm elektrikli aletlerin ve uygulamaların üretimini de kontrol edecekti, daha sonraları "kamu hizmetleri" olarak anılmaya başlanacak ilgili hizmetleri de sağlayacaktı. Tabii bunun için önce Tesla'nın patentlerine sahip olmak gerekiyordu.
Frenzied Finance'dan Thomas Lawson, "State, Broad caddeleri ve Wall Street'teki hisse senedi piyasalarının fare deliklerinden, mahzenlerinden, aşağılık dedikodular yılanlar, solucanlar gibi sürüne sürüne yayılmaya başladı'" diye yazıyordu. "George Westinghouse şirketlerini yanlış yönlendiriyor... George 'Westinghouse General Electric'le birleşmedikçe içinde bulunduğu zor durumdan kurtulamayacak..." Westinghouse'un hisseleri baş aşağı gitmeye başlamıştı."
Lawson kendisinin de bir "hisse senedi piyasaları uzmanı" olarak Westinghouse'a destek olmak üzere çağırıldığını anlatır. Öncelikle bir şekilde birleşme sağlanmalıydı. Westinghouse gerçekten de alternatif akım sistemini bütün ülkeye yayma arzusunu fazla ileri götürmüştü.
Finansal danışmanları birkaç küçük boyutlu şirketle bir birleşme ayarladılar. Bu şirketler arasında U.S. Electric Company ve birleşik bir şirket olan Electric Light Company de vardı. Yeni şirket artık Westinghouse Electric and Manufacturing Company adıyla anılacaktı.
Buna da şükürdü ama bir sorun vardı: Yatırımcı bankerlerle yapılan cömert anlaşma uyarınca Nikola Tesla'nın patent hakları alınacaktı. Bir kaynağa göre Westinghouse Tesla'ya haklan karşılığında avans olarak bir milyon dolar
ödemişti. Kontrat imzalandıktan dört yıl sonra patent haklarının 12 milyon dolar değerinde olduğuna yönelik söylentiler yayılmaya başlamıştı. Tesla'nın kendisi başta olmak üzere, gerçek değeri hakkında hiç kimsenin kesin bir fikri yoktu. Uygulamaları çoğaldıkça, alternatif akım sistemi ile çalışan tüm enerji ekipmanları ve motorlarının da patent hakları elde edilecekti. Tesla dünyanın en zengin adamlarından biri olabilirdi.
Yatırımcı banker Westighouse'a telif hakları anlaşmasından kurtulmasını tavsiye etmişti. Aksi takdirde bu yeni yapılanmanın geleceği tehlikeye düşecekti.
Westinghouse bu konuda ayak sürüyordu. Kendisi de bir mucitti ve telif haklarına inanıyordu. Bunun yanı sıra, telif haklarının müşterilerce ödendiğini ve üretim giderlerine dahil edildiğini öne sürüyordu. Ama bankerler ona başka şans tanımamışlardı.
İsteksizce Tesla'yı hayatının en utanç verici görüşmesini yapmak üzere yanına çağıracaktı. (Resmi biyografisinde George Westinghouse bu anekdota hiç yer vermeyecektir.) Tesla ve Westinghouse arasındaki anlaşma her iki adamın da iyi niyetine dayanarak yapılacaktı. Tesla, hiç şüphe yok ki, mahkemeye başvurabilir ve olumlu bir sonuç alabilirdi. Ama bunu Westingho-use'un şirketini kaybetmesi pahasına yapması kime ne kazandırırdı?
Her zaman olduğu gibi Westinghouse hemen sadede gelmişti. Sorunu şöyle açıklayacaktı Tesla'ya: "Kararın Westinghouse şirketinin geleceğini belirleyecektir."
Tesla'nın tüm hayatını çalıştığı yeni alanda yaptığı araştırmalar kaplıyordu. Para, eline geçtikçe kullandığı bir araçtan fazla bir şey ifade etmiyordu onun için. Ama eline ne kadar geçtiğini de pek bilmiyordu. Onun için para yaradığı iş kadar değerliydi, kendi başına bir değeri yoktu.
"Peki, tut ki seninle yaptığım anlaşmadan feragat etmeyi reddettim, o zaman ne yaparsın?" diye sordu Tesla.
Westinghouse ellerini açtı ve şöyle cevap verdi: "Bu durumda bankerlerle görüşmen gerekir çünkü benim hiçbir etkim kalmayacaktır."
"Ve eğer anlaşmadan vazgeçersem, şirketini kurtaracak ve kontrolü elinde tutacaksın. Tüm dünyaya benim çok fazlı sistemimi yayma planlarını uygulamaya devam edeceksin, öyle mi?"
"Senin çok fazlı sisteminin elektrik alanında dünyanın gelmiş geçmiş en önemli buluşu olduğuna inanıyorum" dedi Westinghouse. "Şu anki zor duruma neden olan da benim bu sistemi tüm dünyaya yaymak istememdir. Ama her ne olursa olsun, ülkeyi alternatif akımın temelleri üzerinde yükseltmek planımdan vazgeçmeyeceğim."
Bir iş adamı olmayan Tesla, Westinghouse'un ekonomik durumu hakkındaki değerlendirmelerine itiraz edemezdi ama ona güveni tamdı. "Bay
Westinghouse, siz hep benim dostum oldunuz, diğerleri beni önemsemezken siz bana inandınız, yolunuza devam edebilecek kadar cesursunuz. Diğerlerinin cesareti yoktu, oysa siz, kendi mühendisleriniz dahi geleceği sezebilecek kabiliyetten yoksun iken, benimle birlikte ileriyi görebildiniz; hep benim yanımda oldunuz... Şirketinizi kurtaracaksınız. Böylece benim icatlarımı geliştirebilirsiniz. İşte sizin kontratınız ve işte benimki; şimdi her ikisini de yırtıp atacağım ve sizin de başınız benim telif haklarım yüzünden daha fazla ağrımayacak. Bu yeterli mi?"
Westinghouse Şirketi'nin 1897 yılı yıllık kayıtlarına göre Tesla'ya telif haklarının satışı ve daha sonraki ödemelerden vazgeçmesi karşılığında 216.600 dolar ödenmiştir.
Kontratı kırarak Tesla yalnızca halihazırda kazanılan haklarından vazgeçmekle kalmıyor, gelecektekilerden de feragat ediyordu. Gelmiş geçmiş tüm sanayi tarihi süresince, eğer enayilik değilse bile, eşi emsali bulunamayacak türden bir cömertlikti bu. Bir on yıl daha rahat yaşayabilecekti ama neden sonra araştırma geliştirme çalışmaları için gereken para kısılmaya başlanacaktı. Bu şekilde toplum kim bilir ne denli büyük keşiflerden mahrum kalacaktı.
Westinghouse birleşmelerin ve ekonomik yeniden yapılanmanın gerçekleştiği Pittsburg'a döndü. Şirketi dev adımlarla ilerliyordu ve o da Tesla'ya verdiği sözü tutuyordu. Tesla, yıllar sonra Westighouse adına düzenlenen liyakat belgesine şunları yazacaktı: "George Westinghouse, kanaatimce, bu dünyada, o zamanki şartlar altında benim alternatif akım sistemimi alıp önyargıya ve paranın gücüne karşı verdiği savaşı kazanabilecek tek insandı. O görkemli bir karakterin öncüsüydü; Amerika'nın gurur duyması ve tüm insanlığın müteşekkir olması gereken gerçek bir asildi."
Tesla aylar sonra, Westinghouse'un mühendisleri ile yaşadığı fikir ayrılıklarının yanında, alternatif akım buluşları hakkında açılan davalar nedeniyle çöküntü içine girecekti.
Yüzlerce elektrik üreticisi Tesla'nın patentlerini kanunsuzca kullanıyordu ve ne zaman ki Westinghouse hepsini mahkemelerde alt etti, üreticiler Tesla'ya karşı hınç beslemeye başladılar."
Bazı saldırılar basit korsanlıkların da ötesine geçmişti. İddialar Turin Üniversitesi'nden Profesör Galileo Ferraris'in döngü-sel manyetik alanı ilk bulan kişi olduğu yolunda gelişiyordu. Gerçekten de 1885 yılında sorunun çözümü konusunda bazı fikirler vermişti, ama hiçbir ilerleme kaydedememişti. Buna karşılık Tesla döngüsel manyetik alan buluşunu 1882 yılında yapmıştı ve bunu takip eden iki ay içerisinde, daha sonra patentini alacağı aygıtları da içeren, tüm sistemi geliştirmişti. İlk indüksi-yon motorunu da yapmıştı. Ferraris ise bu sisteme uygun çalışabilecek pratik bir motor üretilemeyeceği sonucuna varmıştı.
Buna karşın Londra'da The Electrician dergisi tarafından halka, Ferraris'in yeni bir icatta bulunmak üzere olduğu duyurulmuştu. Editörler Tesla'nın icadını duyduklarında ise, yanlış bir şekilde, Ferraris'ten ilham aldığını yazmışlardı.
Westinghouse ile Edison arasında sürmekte olan amansız mücadele nedeniyle, Edison cephesi Tesla'yı karalamak için ayağına gelen bu fırsatı değerlendirmek üzere elinden geleni yapacaktı. Ferraris konusunda çıkan ama doğru ama yanlış söylentiler de herhangi bir fırsat gibi, değerlendirilmeye değerdi.
İki seçkin göçmen (her ne kadar sonradan Edison'un tarafında güç birliği edeceklerse de) hemen Tesla'yı savunmaya koyulmuşlardı. Steinmetz, Elektrik Mühendisleri Enstitüsü için hazırladığı bir raporda şöyle diyordu: "Ferraris sadece küçük bir oyuncak yapmıştı, neticede manyetik devreleri demir değil hava olmuşlardı, gerçi ikisi arasında pek fark da yok..."
Profesör Michael Pupin de Tesla'ya şunları yazacaktı: "Ferraris balonu rakiplerin tarafından fazlasıyla şişirildi. Ben olayı şöyle görüyorum, Ferraris'in dönen havuzu ile Tesla'nın dönen manyetik sahası arasında dağlar kadar fark var. Bu ikisi arasındaki fark bana göz ardı edilemeyecek kadar büyük görünüyor ve bu konuya parmak basılmalı, işin gerçeği duyurulmalı..."
Araştırmalarına gömülen Tesla'nınsa icatları çevresinde toplanan düşmanca dalgalardan pek haberi yoktu. O şimdi, yepyeni bir elektrik dünyasının içinde yaşıyordu.
Westinghouse ise tanıklık etmekten ve demeçler vermekten arta kalan zamanlarında endüstriyel çevresini önüne geçilmez bir hırsla büyütüyordu. Colorado'da küçük bir madencilik kasabası olan Telluride'de Tesla'nın ilk ticari amaçlı motorları ve jeneratörleri Westinghouse tarafından inşa edilmekteydi. 1891 yılında maden kamplarına elektrik sağlamak amacıyla kurulacaklardı.
6. ALEV KILICI
Dünya, yakasını bıraktığı ve Manhattan'daki laboratuvarında en büyük aşkı elektrik ile ilgilendiği sürece Tesla dünyanın en mutlu insanıydı. 1880'lerin sonunda ve 1890'ların başında kısa da olsa böyle bir dönemin tadını çıkarabilmişti. Ama Amerika ve Avrupa'da tıka basa dolu salonlarda dört konferans verdikten sonra dünyanın en ünlü bilim insanlarından biri haline gelmişti ve özel hayatı bir daha asla eskisi gibi olamayacaktı.
Konferans kürsüsünde, tehlikeli gösteriler için giydiği yüksek mantar tabanlıklarıyla iki metreye ulaşan boyuyla, beyaz giysisi ve kravatıyla garip görünüşlü bir leyleğe benziyordu. Yaptıklarına ısınmaya başladıkça yüksek oktavlı sesi heyecanla daha da yüksek perdeden çıkmaya başlıyordu. Kendilerini akan sözcüklerin ritmine, ışıkların oyununa ve büyüye kaptıran dinleyiciler de transa geçmiş gibi onu izliyorlardı.
Bilimin dili yetersiz kaldığından Tesla görsel efektleri, alevlerin ve ışığın dansına aşık bir ozan gibi anlatıyordu. Gerçekten de Tesla buna, enerjiyi içine emmek kadar önem veriyordu. Bununla beraber teknik detaylar konusunda da eline su dökebilecek nitelikte bir bilim insanı daha bulunamazdı.
Ateş oyunları en azından yirmi kere tekrar ettiği deneylere dayanmaktaydı. Ekipmanların hepsi yeniydi, bizzat kendisi tarafından tasarlanmış ve genellikle kendi atölyesinde üretilmişti. Aynı gösterinin iki kez tekrarlandığına nadiren rastlanırdı.
O günlerin bilimsel terminolojisi yetersiz kaldığı için onun fırça adını verdiği vakumlu bir tüpte hafifçe boşalan ve ışık saçan elektrik yükü aslında elektron ve iyonize olmuş gaz moleküllerinin yaydığı ışınlardı. "Şimdi sizlere siklotronu açıklayacağım" diyemiyordu çünkü böyle bir sözcük henüz yoktu ama açıkladığı ve sergilediği şeyin atom parçalanmasının ilk örneklerinden biri olduğu düşünülüyordu bilgi sahibi kişiler tarafından.
"Şimdi elektron mikroskobunu; kozmik ışınları; radyo vakum tüpünü; X ışınlarını anlatacağım" da diyemiyordu. Audi-on'un müjdecisi olan vakum ampuldü, radyoyu anlatmak için de telsiz deniliyordu, telsizin ortaya çıkmasına ise daha zaman vardı. O laboratuvarında saydam olmayan fotoğraf klişelerinin, görülebilen ve görülemeyen ışıkların tanımını yaparken Röntgen bile X ışınlarının hangi amaçlarla kullanılabileceğinden habersizdi. Ve Tesla "herhangi bir madde yakmadan, hatta kimyasal bir reaksiyona girmeden yanan" alevden bahsederken, muhtemelen, plazma fiziğinin alanına girmiş bulunuyordu.
Amerikan Elektrik Mühendisleri Enstitüsü'nde yaptığı konuşmada şöyle söyleyecekti: "Açıklanamayan şaşılacak olaylar olarak gördüğümüz fenomenlere artık farklı bir gözle bakıyoruz. İndüksiyon bobininin kıvılcımı, akkor lambanın ışıldaması, akımların ve mıknatısların mekanik güçleri artık kavrayışımız ötesinde değiller; eskiden olduğu gibi anlaşılamaz değiller. Tam tersine araştırmalar basit bir mekanizmanın zihnimizde canlanmasını sağlıyor. Halen gerçek doğaları hakkında ancak varsayımlara dayanarak konuşabiliyor olsak da gerçeğin çok da uzaklarda bir yerlerde gizlenmediğini biliyoruz. İçten içe, tam anlamıyla bir kavrayışa vakıf olacağımızı sezinliyoruz. Hala bu güzel olgulara, garip güçlere hayranlık duyuyoruz ama artık biçare değiliz..."
Elektriğin ve manyetizmanın gizemli etkileyiciliğinin, "doğadaki güçler arasında eşi bulunmayan, görünürde dual karakteri; çekimi, itici gücü ve rotasyonuyla, gizemli etmenlerin ilginç hareketliliğiyle" insan zihnini etkilediğini ve harekete geçirdiğini söylüyordu.
Ama tüm bunlar nasıl açıklanabilirdi?
"Göksel nesneler gibi eksenlerinde hareket eden ve fırıl fırıl dönen, gözle görünmeyen bir dünyaya ait olan atomlar, moleküller dönerken muhtemelen beraberlerinde statik eter de, bir başka deyişle statik yük de taşımaktadırlar. Bu bana göre en akla yakın açıklamadır ve araştırmaların çoğundan da bu sonuç çıkmaktadır. Moleküllerin ve eterlerinin dönüşü eter gerilimini ya da elektrostatik gerilimi, ortaya çıkartmaktadır; eter gerilimlerinin eşitlenmesi diğer hareketleri ya da elektrik akımlarını ve yörüngesel hareketler de elektro ve sürekli manyetizma etkilerini yaratmaktadır."
Aynı uzman grup önünde, endüstride devrim yaratan ve çok uzaklardaki evlerin bile aydınlatılabilmesini sağlayan enerji sistemini tanıtmasının üzerinden üç yıl geçmişti. Şimdi de hayretler içindeki aynı topluluğa ışık ve elektriğin doğası üzerine yürüttüğü araştırmalarını anlatıyordu.
Konuştuğu kürsü, içi gaz dolu tüplerden yayılan ışıkla çok çekici bir tarzda aydınlatılmıştı, bazılarının parlaması için fosfor, bazılarında da uranyum kullanmıştı. Bunlar bugünkü floresan lambaların öncüleriydiler. Tesla bunların patentini almayı ya da piyasaya sürmeyi hiç düşünmemişti; gerçekten de pazara ancak elli yıl sonra çıkacaklardı. Söylev için tüplere, tipik bir şekilde, isimler takmıştı. Bunlar arasında yalnızca ünlü bilim insanlarının adları yoktu, bazıları ünlü Sırp şairlerin adlarını almıştı.
Bir masaya dönerek eline narin bir parça aldı. "İşte içindeki hava kısmen boşaltılmış bir cam tüp. Onu elime alıyorum, bedenimin bir parçası yüksek gerilim taşıyan tellerden biriyle temas halinde ve elimdeki tüp de harika bir şekilde yanıyor. Hangi durumda bırakırsam bırakayım, nereye taşırsam taşıyayım, tutabildiğim sürece, yumuşak, hoş ışığı tükenmeyen bir ışıltıyla parıl-damaya devam edecektir."
Elinde tuttuğu tüp parıldamaya başlayınca -diğer gösterilerin yanı sıra bu alternatif akımın güvenirliği hakkında politik bir mesaj da içermekteydi- "Profesör" Brown, Edison'un ajanı, izlemekten vazgeçecek ve hızla salonu terk edecekti. Patronu bu inanılmaz olayı duyunca tırnaklarını yemeye başlayacaktı. Ama Pittsburg'dan sırf bu konferansı dinlemek için gelmiş olan Geor-ge Westinghouse öne eğilmiş, başını bir o yana bir bu yana sallıyor, gülümsüyordu.
Bir sonraki gösterisi, gazların basıncı düşürülmüş ortamlarda yüksek iletkenlik sergilediklerini keşfettikten sonra icat ettiği, yüksek frekanslı bir enerji kaynağına bağlanmış telsiz, ya da elektrotsuz, deşarj lambalardı. Bunları, gösterdiği gibi, odada istediğiniz yere götürebilirdiniz ama onlar ürkütücü bir şekilde yanmaya devam edeceklerdi. Bunlar hiçbir zaman pratik amaçlarda kullanılmak üzere piyasaya sürülemeyeceklerdi ama yeni alınmaya başlanan patentlerin de gösterdiği gibi, seksen yıl sonra bile bu konudaki araştırmalar hep devam edecekti.
Sylvania GTE International'ın başmühendisi Roland J. Morin sonraları şunları ifade edecekti: "Şundan eminim ki, bu ışık kaynaklarının Chicago Dünya Fuarı'nda (1893) Tesla tarafından sergilenmesi, daha sonraları D. McFarlan Moore'un floresan lambayı geliştirmesini ve bunları ticari amaçlı kullanıma açmasını teşvik etmiştir...", Uzun parmaklı, marifetli elleri bir başka parçayı kavradı.
"İşte tek bir tele bağlı havası alınmış bir ampul... Onu avucu-ma alıyorum ve içindeki platin tel güçlü bir akkor halini alıyor.
"İşte ana tele bağlanmış bir diğer ampul. Metalik soketine dokunduğum anda içi fosforik ışıklı muhteşem renklerle doluyor.
"Ve işte, bu platformun üzerinde durduğum sürece yalıtılmış bir durumdayım; bu indüksiyon bobininin ikincil terminallerinden birisine dokunuyorum... ve gördüğünüz gibi hızla titreyen diğer ucundan ışık huzmeleri yayılmaya başlıyor.
"Bu tel örgüden yapılmış iki levhayı bobinin terminallerine takıyorum. Yükün boşaldığı geçit... ışık seli formunu alıyor."
Dinleyiciler zaman zaman görsel heyecanın onun için işe yarar sonuçlar kadar önemli olduğunu düşünmeye başlıyorlardı ama hemen sonra Tesla ardı ardına "işe yarar olguları" da sunmaya başlıyordu gözler önüne.
Örneğin, tek tele bağlı çalışan bir motor sergiliyordu, dönüş devresi telsizdi. Ve sağduyu sahibi olmakla, lafı güzafa pabuç bırakmamakla övünen adamları, tamamen telsiz çalışabilecek motorlardan bahsederek büyülüyordu. Boşlukta kullanılmayı bekleyen enerjiden söz ediyordu.
"Bu mümkün" diyordu, "bu tip 'telsiz' diyebileceğimiz motorlar, yoğun olmayan havada oldukça uzak mesafelerden iletim ile çalıştırılabilirler. Alternatif akımlar, özellikle de yüksek frekanslı olanlar, yoğunluğu çok da az olmayan gazlar içinden dahi inanılmaz bir rahatlıkla geçmektedirler. Havanın yüksek katmanlarındaki yoğunluk azdır. Boşlukta birkaç kilometre yüksekliğe çıkabilmenin önünde yalnızca doğasında mekanik olan engeller var. Şuna hiç şüphe yok ki, yüksek frekans ve yağ yalıtımının kullanılması ile elde edilebilecek devasa potansiyelle parlak deşarjlar kilometrelerce az yoğunluklu hava içinden aktarılabilir ve böylece yüz binlerce beygirgücündeki enerjinin yönlendirilmesi ile merkezi kaynaklardan çok uzak mesafelerde olan motorlar ya da lambalar işletilebilir... Ancak bu projeden henüz bir olasılık olarak bahsediyoruz. Enerjiyi bu şekilde nakletmemize de gerek kalmayacaktır. Enerji nakletmemize gerek kalmayacaktır. Kuşaklar sonra makinelerimiz uzayın herhangi bir noktasından alacağı bir enerji ile işlemeye başlayabilecektir. Bu duyulmamış bir fikir değil... Bunu topraktan enerji alan Ant-heus söyleminden biliyoruz; muhteşem matematikçilerimizden birisinin düşüncelerinde buluyoruz... Uzayda enerji var. Bu enerji statik midir, yoksa kinetik midir? Eğer statikse umutlarımız boşa çıkar; eğer kinetikse -ki bunun böyle olduğundan eminiz- o zaman insanın makinelerini doğal değirmenler gibi çalış-tırabilmesi yalnızca bir zaman meselesidir..."
Tesla'nın şovunun yıldızı ise (daha sonraları İngiltere ve Fransa'daki seminerlerinde de yer alacak olan) onun karbon lambası dediği, neredeyse tamamı boş olan, altı inçlik vakumlu bir tüptü. Araştırmaları ile bilimsel keşifler dünyasında yepyeni bölgelere seyahat ediyordu.
Bu, yüksek frekanslı akım kaynağına bağlı tek bir telin ucunda katı bir metal monte edilmiş cam bir küreydi. Merkezi "düğme" elektrostatik bir şekilde çevredeki gaz moleküllerini cam küreye doğru harekete geçiriyordu. Daha sonra gerisin geri düğmeye doğru çekiliyorlar, çarpıyor ve onu ısıtıyorlardı. Ve her saniyede milyonlarca kere tekrarlanan bu işlem sonucunda düğmenin akkor haline gelmesine yol açıyorlardı.
Kaynağın gücüne bağlı olarak, birçok maddeyi anında buhar-laştırabilen ya da eritebilen sıcaklıklar ortaya çıkabiliyordu. Tesla deneyi elmaslar, yakutlar kullanarak tekrarlamıştı. En sonunda karborundumun (karbon ve silikon karışımı) diğerleri kadar çabuk buharlaşmadığını ve kürenin içinde tortu bırakmadığını keşfetmişti. Böylece icadının adı karbon lambası olarak kalacaktı.
Akkor halindeki maddeden yayılan sıcaklık tüpün içindeki küçük miktarlardaki gaz moleküllerine aktarılıyordu, bu sayede de Edison'un akkor lambası için harcanan aynı oranda enerji ile yirmi kat daha fazla parlaklık elde ediliyordu.
Vücudunda dalgalanan yüz binlerce voltluk yüksek frekanslı akımlarla birlikte, elinde akkor halindeki güneşin bir minyatürünü tutarak ayakta duruyordu. Kozmik ışınlar olduğuna inandığı şeyi sergilemekteydi. Güneşin yüksek elektrik yükü taşıyan ve her biri yüksek hız nedeniyle enerji yüklenmiş küçük parçacıklar yayan akkor halinde bir kütle olduğunu düşünüyordu. Ama bir küre içine kapatılmadığı için güneş, ışınları uzayın derinliklerine yayılmaları için bırakıyordu.
Tesla tüm uzayın bu parçacıklarla dolu olduğunu düşünüyordu, dünya ya da diğer maddeler sürekli bu bombardımana maruz kalıyordu; tıpkı karbon lambasında olduğu gibi en katı maddeler dahi atomik toz haline dönüşüyorlardı.
Bu tip bir bombardımanın ortaya çıkışlarından biri şafak ışıl-damasıydı. Yöntemleri üzerine bir kayıt olmamasına karşın, bu tip kozmik ışınları tespit ettiğini, enerjilerini hesapladığını ve yüzlerce milyon voltluk bir hızla hareket ettiklerini bulduğunu duyurmuştu.
Duydukları bu olağanüstü iddialarla gözleri iyice açılan seyirciler arasındaki fizikçiler ve mühendisler dikkat kesilmişlerdi. Peki ama kanıtlar neredeydi?
Bugün güneşteki termonükleer reaksiyonların radyo dalgalarının ve partiküllerinin yanı sıra, X ışınlarının, ultraviyole, görülebilir ve kızılötesi ışınların, güneşin yüzeyinde metrekarede 64 milyon wattlık (ya da volt-amper) bir oranda yayılmasına yol açtığı biliniyor.
Elde edilen yeni bilgilere göre, kozmik ışınların çok çeşitli şekil ve formda ortaya çıktıkları biliniyor. Partiküller yüksek enerji üreten çarpışmalar yaptığında kozmik ışınlar oluşuyor. Bunlar yalnızca güneşten değil, diğer yıldızlardan, novalardan ve patlayan yıldızlardan yayılıyor.
Dünyanın çevresinden geçmekte olan ve manyetik sahasının etkisine giren solar elektron ve protonlar Van Ailen radyasyon kuşaklarını oluşturuyorlar. Görülebilen ve görülemeyen solar radyasyon gezegenlerin yüzey sıcaklıklarını tayin ediyor. Tan yeri kızarıklığı (aurora) da yıldızlardan yayılan partiküllerin atmosferimizin üst tabakalarındaki atomlarla çarpışmalarından kaynaklanıyor.
Tesla'nın konferansından beş yıl sonra, Fransız fizikçi Hen-ri Becquerel uranyum tarafından yayılan gizemli ışınları keşfedecekti. Marie ve Pierre Curie de uranyum atomları ve sürekli patlama halinde olan radyum üzerine yaptıkları
çalışmalarla onun keşfini doğrulayacaklardı. Tesla, yanlış bir şekilde, kozmik ışınların basitçe radyum, toryum ve uranyumun radyoaktivitelerinden kaynaklandığını düşünmüştü. Ama, "kozmik ışın" yani yüksek enerjili sub-atomik partiküller (atomaltı parçacıkları), bombardımanının diğer maddeleri radyoaktif bir hale getirebileceği konusundaki fikri, daha sonraları Irene Curie ve kocası Frederic Joliot'un da 1934 yılında ortaya koyacakları üzere, tamamıyla doğruydu.
Tesla'nın yaşadığı zamanlarda kozmik ışınlar hakkındaki bu teori kabul edilemez görüldüyse de, bu alandaki çalışmalarıyla ünlenecek iki bilim insanı Tesla'dan ilham aldıklarını belirteceklerdi. Dr. Robert A. Millikan'ın kozmik ışınları yeniden keşfetmesi için otuz yıl daha geçmesi gerekecekti. Bunların ışık gibi titreşimden kaynaklandığını yani yüklü parçacıklar değil fotonlar olduğunu düşünüyordu. Bu, 1940'larda iki Nobel ödüllü bilim insanı arasında, Millikan ile kozmik ışınların, Tesla gibi, maddenin yüksek hızlı parçacıklarından oluştuğunu düşünen ve bunu ispatladığını iddia eden Arthur H. Compton arasında bir söz düellosunun başlamasına neden olacaktı.
Her ikisi de Victoria döneminin bilim insanlarının kendilerine bıraktığı mirasa saygı duyuyordu. Fakat bilimin gidişatı kozmik ışınların her ikisinin de düşündüğünden çok daha karmaşık ve çeşitli olduğunu ortaya koyacaktı.
Tesla'nın Columbia College'da 1891 yılında yaptığı gösteride izleyicilerini büyülediği karbon lambası aynı zamanda elektron mikroskobunun da çekirdeğini oluşturuyordu. Yüksek gerilime sahip, telin aktif olan bir noktasından düzgün doğrular şeklinde yayılan elektrikli parçacıklar üretiyordu. Bu parçacıklar kürenin çeperlerinde, kaynaklandıkları mikroskobik bölgenin modelini oluşturan fosforlu imgeler oluşturuyordu.
Karbon lambasının ürettiği etkilerden biri de rezonanstı. Rezonans ilkesini açıklarken Tesla sık sık şarap bardağı ve salıncak analojilerine başvururdu. Bir şarap bardağının keman sesi nedeniyle kırılmasına, kemanın havada yarattığı titreşimlerin bardağın titreşimleri ile aynı frekansta olması neden oluyordu.
Örneğin salıncakta sallanmakta olan yüz kiloluk bir adam ve onu ancak yarım kiloluk bir güçle itmeye çalışan yirmi beş kiloluk bir çocuk düşünün. Bununla birlikte çocuk salıncağa her seferinde yarım kiloluk bir güç katabilmeyi başarabildiği takdirde, en sonunda sallanan adamın fırlayıp gitmesini önlemek için durmak zorunda kalacaktır.
"İlke şaşmaz" diyordu Tesla, "tek yapılması gereken doğru zamanda küçük bir miktarda güç ilave etmeyi sürdürmekte başarılı olabilmek."
Bu nedenle Tesla'nın karbon lambasının atom parçalayıcısının öncüsü olduğu da düşünülebilir. Havası kısmen alınmış bir kürenin içerisine katı karbonudrum yerleştirerek, içeride kalan hava moleküllerinin yüklenmesini ve böylece de telden kürenin çeperlerine doğru hızla yayılmalarını, daha sonra da tele geri dönmelerini sağlıyordu; sonuçta karbon kürecikleri telde atomik tozlar haline dönüşüyor ve salınmakta olan hava molekülleri ile birleştiklerinde bu daha da büyük bir kırılmaya yol açıyordu.
"Frekans gerektiği kadar artırılabilse, camın mükemmel olmayan elastikiyeti nedeniyle ortaya çıkan kayıp da sözünü etme-\ ye değmeyecek seviyelere çekilebilecektir..." diyordu.
1939 yılında California Berkeley Üniversitesi profesörlerinden Ernest Orlando Lawrence siklotron icadı ile Nobel ödülüne layık görülecekti. Açıklama şöyleydi: "1929 yılında Orlando Lawrence... bir Alman fizikçi tarafından yazılmış olan ve vakumlu bir tüpteki potasyum atomlarına bir yerine iki elektrostatik itme verildiğinde verilen voltaj uyarınca yükleneceklerinin iki katı enerji ile yüklendiklerini anlatan yazısını okumuştu. Lawrence şöyle düşünmüştü: İtme iki katına çıkartılabildiğine göre, üç, ya da daha fazlasına da çıkartılamaz mı? Sorun parçacıklara her seferinde, salıncağı sallayan çocuğun yaptığı gibi momentum fazlasıyla yükselene kadar, biraz daha güçlü bir itme vermekte idi."
Lawrence, mumdan ve camdan oluşan bir partikül hareketlendirme makinesi yaptı. Diske benzeyen yapısı ile vakumlu hücrecik sadece beş santimetre genişliğindeydi. İçinde yarım kek kutularına benzeyen ve D tabakaları denilen, iki elektrot bulunuyordu. Vakumlu hücreciğin dışında ise bir elektro mıknatıs vardı. Elektriklenen parçacıklar ya da protonlar çok yüksek hızlara erişene değin manyetik bir saha içerisinde dönüyorlar, daha sonra da dar bir akıntı halinde atomik kurşunlar gibi hücreciğin dışına fırlatılıyorlardı. Lawrence'ın ürettiği ilk modele siklotron adı verilmişti çünkü protonları bir çember halinde döndürüyordu. Lawrence kısa bir süre içerisinde protonları 1.2 milyon elektron voltluk bir enerji ile ateşleyen daha büyük bir modelini de üretecekti.
Tesla'nın aslında karbonun atomik yapısını parçalaması pek söz konusu değil. Kendisi dahi içeride kalan gazların karbon teli şiddetli bir şekilde etkilediğini ve akkor haline ya da katının plastiğe yakın bir evresine dönüştürdüğünü düşünüyordu.
Lawrence, Tesla'nın moleküler bombardıman lambasından habersiz olabilirdi. Fakat şuna hiç şüphe yok ki Washington'da-ki Carnegie Enstitüsü'nde Gregory Breit ve ekibi tarafından
1929 yılında yapılan atom parçalayıcı üretme çalışmalarından haberi vardı çünkü bu grup gerekli enerjiyi sağlamak için 5 milyon voltluk Tesla bobini kullanıyordu. Bu tip bir ekipman olmadan atomu parçalamak asla mümkün olamazdı.
Tesla'nın karbon lambasının, ya da moleküler bombardıman lambasının açıklamaları beş ayrı bilim topluluğunun kayıtlarında bulunabilir. Ne yazık ki hiçbir topluluk 1890'ların başlarında Atom Çağı'nın bu öncü modelinin nasıl kullanılabileceği hakkında bir fikir sahibi değildi.
Frederik ve Irene Juliot-Curie, Henri Becquerel, Robert A. Millikan, Arthur H. Compton ve Lawrence; hepsi de Nobel ödülü aldılar. Victor F. Hess 1936 yılında kozmik radyasyonu keşfettiği için Nobel ödülüne layık görüldü. Bilim çevrelerinde adı geçen tüm bilim insanlarının çalıştığı alanlarda Tesla'nın
öncülük ettiği en azından hatırlansa, adalet hiç olmazsa bir nebze yerini bulmuş olacaktı.
Çağdaşlarının çoğu -belki de hepsi- Tesla'nın çalışmalarını tam olarak anlamakta güçlük çekiyordu ama Tesla en azından birkaçının görüş alanlarını genişletebilmeyi başarmıştı. Ve bugün olduğu gibi, o zamanlarda da onu ilk defa keşfedenler geçici bir çılgınlığa kapılıyorlardı. "Başarılı bir öğretmen olmakla kalmıyordu" diyor daha sonraları radyoya yaptığı eklemelerle ünlenen Edwin H. Armstrong, "aynı zamanda diğerlerinin aşılması güç sorunlar olarak gördüklerini, o geçici olarak görebilecek bir hayal gücüne sahipti ve bu güç de büyük bir ilham kaynağı oluyordu. Onun düşündüğü hedeflerden bazıları şu an bile hayal dünyasının bir parçası olarak kalmıştır."
İngiliz bilim insanı J. A. Fleming, Tesla'ya şöyle yazmıştı: "Büyük başarınız nedeniyle sizi bütün kalbimle kutlamak isterim... Bundan böyle hiç kimse sizin birinci sınıf bir büyücü olduğunuzdan: Alevli Kılıcın Hakimi olduğunuzdan şüphe etmeyecektir."
Bu dönemde ardı ardına ürünler veren Tesla'nın verimliliğine ulaşmak mümkün değildi. Çalıştığı bir düzine alanda, baktığı her yerde bir şeyler buluyordu (ama her zaman araştırmalarının kalbindeki elektrik ile, bu gizemli nesne ile ilgili). Ona göre belirli fizik yasalarını hiçe sayan transandantal güçlerin akımı söz konusu idi, modern teoride olduğu gibi, belirli partikül yasalarına uyan ayrı parçacıklar ya da dalgalar değil.
Bununla birlikte, elektronun kendisi ancak 1897 yılında İngiliz fizikçi Joseph J. Thomson tarafından keşfedilecek olmasına karşın, beş yıl boyunca çalışmalarını modern elektroniğin yolunu çizecek bir doğrultuda yoğunlaştıracaktı.
1831 yılında, Faraday mekanik enerjinin elektrik akımına dönüştürülebileceğini göstermişti. Daha sonra, Tesla'nın doğum yılında İngiliz Lort Kelvin, Amerikalı Sırp'a mekanik yollardan üretilebilenden daha yüksek seviyelerde yüksek-frekanslı akım üretilebilecek yeni bir kaynak bulma çalışmalarında ilham kaynağı olacak bir keşifte bulunacaktı.
Bir kondansatörün yükü boşalırken elektriğin bir levhadan bir diğerine su gibi aktığına inanılırdı. Kelvin bu sürecin daha karmaşık olduğunu ortaya koymuştu. Yani elektriğin bir levhadan diğerine daha sonra da gerisin geri hücum ettiğini bulmuştu. Bu, elektrik yükü tamamıyla boşalana değin sürüyordu ve saniyede yüz milyonlarca defaya ulaşan yüksek bir frekansta dalgalanıyordu.
Tesla Budapeşte'de döngüsel manyetik alanı kafasında canlandırdığında, evreni, geniş bir oktav yelpazesinde yayılan bir alternatif akım senfonisi olarak hayal etmişti. Saniyede 60 devirli, düşük oktavlardaki bir notaydı. Daha yüksek oktavlardan birinde, saniyede milyarlara ulaşan devir sayısı görülebilen ışık demekti. Düşük frekanslı alternatif akım ve ışık dalgalan arasındaki geniş sahadaki elektrik titreşimlerini keşfetmesinin kozmik senfoniyi anlamasını kolaylaştıracağını düşünüyordu.
James Clerk Maxwell'in 1873 yılında gerçekleştirdiği çalışma, görülebilen ışığın altında ve üstünde geniş bir elektromanyetik titreşim sahası -daha kısa ve daha uzun dalga boylarındaki titreşimler- olduğunu ortaya koyuyordu. Bu teori ışık ya da ısıdan daha uzun dalgalar üzerine çalışan ve ilk insan yapısı elektromanyetik radyasyonu Bonn'da, 1888 yılında üreten Alman profesör Heinrich Hertz tarafından test edilecekti. Hertz indüksiyon bobini ile yaptığı deneylerle bir manyetik sahanın varlığını ispat etmişti. Aynı anda İngiltere'de Sir Oliver Lodge telefon devrele-rindeki küçük elektrik dalgalarını hesaplamaya çalışıyordu.
Hertz'in ekipmanı yetersizdi ve bobini hem kullanışsız hem de tehlikeliydi. Tesla ise daha farklı ve üstün bir şeyle ortaya çıkmak üzereydi: Saniyede 33 bin devire (33 bin Hz.) kadar frekanslar üretebilen bir dizi yüksek frekans alternatörü. Bu tip bir makine aslında uzak gelecekte sürekli radyo dalgaları iletişiminin geliştirilmesinde kullanılacak alternatörlerin öncüsüydü ama Tesla'nın kendi amaçlan için hala yetersizdi. Bu nedenle, Tesla bobini olarak anılacak hava özlü transformatörü yapmaya başlayacaktı. Bu transformatör, görece düşük voltajlı yüksek akımı, yüksek frekanslı, yüksek voltajlı düşük akıma dönüştürecekti.
Bugün her türlü radyo ve televizyon setinde şu veya bu şekilde yüksek voltaj kullanılıyor. Yüksek voltaj üretmekte kullanılan bu aygıt kısa sürede tüm üniversitelerin bilim laboratuvarla-rında araştırma donanımı olarak kullanılmaya başlayacaktı. Bu aygıt, orijinal Hertz devresinin zayıf, şiddeti çok düşük titreşimlerini dönüştürebiliyor ve istenilen büyüklükte devre elde edilmesini sağlıyordu. Bu çalışma ile Tesla, Marconi'nin ilk deneyleri için birkaç yıl önceden zemin oluşturmuş oluyordu.
Bu yüksek voltajlı cihazın tam anlamıyla havadan yalıtılması gerekiyordu, bunun için de yağ kullanılıyordu. Daha sonraki tüm yüksek gerilimli ve ticari amaçlı ekipmanlarda da bu yöntem kullanılacaktı. Tesla bobinlerdeki direnci azaltmak için her biri ayrıca yalıtılmış tellerden oluşan şerit halinde iletkenler kullanacaktı. Genellikle araştırmalarından başını kaldırıp buluşlan-nın patentini alacak zaman bulamadığı için bu da kamuya mal olan bilgiler arasına karışacaktı. Daha sonraları bu buluşu Lit-zendraht "(şerit tel") teriminden kısaltılmış "litz tel" adı altında piyasaya sürülecekti.
Daha sonra yüksek frekanslı akımlarda ihtiyaç duyduğu özellikleri karşılayacak yeni bir dinamo geliştirecekti (bu sıkıştırılmış hava. ya da buhar ile çalıştırılabilen valfsiz, tek silindirli bir motordu). Ulaştığı hızda etkileyici bir şekilde sabit kalabiliyordu, bu sayede Tesla bu motoru 60 devirli çokfazlı sistemine adapte ederek, eşzamanlı motorlar kullanarak ve dişlilerini uygun şekilde küçülterek dünyanın alternatif akım kullanılan herhangi bir yerinde zamanı belirtmesi amacıyla kullanılabileceğini düşündü. Bu, modern elektrikli saatin öncüsü olacaktı. Keşiften keşfe dur durak bilmeden koşan Tesla bu icadı için de patent almayacaktı.
Bununla da kalmayacak, yüz binlerce voltluk yüksek frekanslı elektrik kullandığı tehlikeli deneylerinden edindiği tecrübe ile dünya için çok önemli olan bir şeyi daha keşfedecekti. 1890 yılında, yüksek frekanslı akımların insan
bedeni üzerinde sağaltıcı bir değeri olduğunu duyuracaktı. Bu işlem diatermi adı ile anılmaya başlanacaktı. Bu keşif ile birlikte, Avrupa ve Amerika'da bundan öykünen pek çok ilk örneğin türeyeceği, çok geniş bir tıbbi teknoloji sahası doğacaktı.

  7. RADYO
Westinghouse'daki danışmanlık görevinin ardından, kendini telsiz-radyo çalışmalarına adayan Tesla yorgun düşmüş, kısmi hafıza kaybı problemi yaşamaya başlamıştı. "İlaç verilmiş" gibi uykuda geçen dönem sona erdiğinde çocukluğunun ilk günleri dışında geçmişiyle ilgili hiçbir şey hatırlayamadığını fark etti. Doktorların dikkate almaması üzerine sorunu kendi zekasıyla çözmeye karar verdi.
Geceler boyunca çocukluğu hakkındaki anıları üzerinde yoğunlaşıyor, yavaş yavaş hayatını büyüteç altına almaya çabalıyordu. Bu açığa çıkarma işlemi sırasında annesi hatıralarında her zaman temel figür olarak beliriyordu. Onun yanına gitmek için karşı koyulmaz bir istek duymaya başlamıştı.
"Bu arzu o denli karşı konulmaz bir hale gelmişti ki tüm işlerimi bırakıp özlemimi gidermekte buldum çözümü. Ama labo-ratuvardan uzaklaşmak bana çok güç geliyordu ve geçmiş hayatımın tüm hatıralarını geri çağırmayı başarana kadar birkaç ay geçmişti."
1892 yılı başlarında, Avrupa'da bir dizi seminer teklifini kabul etmekte zorlandığı sıralarda, bir gece bir hayal gördü. Bu hayalde Paris'teki Hotel De La Paix'deydi ve annesinin ölmek üzere olduğunu haber veren bir not alıyordu.
Tesla'nın yaşadığı bu kısmi hafıza kaybı dönemi ile ilgili ilginç bir olay da araştırmaları sırasında temas ettiği her şeyin canlanmaya ve hızla ileri atılmaya başlamasıydı. "Deneylerim-deki en önemsiz noktaları dahi en küçük ayrıntısına dek hatırlayabiliyordum. Hatta sayfalarca yazı ve formüller çıkartabiliyordum bu ayrıntılardan."
Annesinin sağlığı konusunda endişelenmesinin boşuna olmadığı ortaya çıktı: Gospiç'ten annesinin sağlığının gerçekten de kötüye gittiğini belirten mektuplar gelmeye başlamıştı. Bu arada da dünyanın dört bir yanından davetler, ödüller ve ziyarette bulunması veya konferans vermesi için mektuplar alıyordu. En sonunda Paris ve Londra'dan gelen teklifleri, sonrasında doğrudan evine gitmeyi tasarlayarak kabul etti.
Londra'daki Elektrik Mühendisleri Kurumu'nda verdiği konferans bilim dünyası için büyük bir olay olarak kabul edilecek ve İngilizler onun Londra'da kalmasını isteyecektiler.
"Sir James Dewar, Kraliyet Topluluğuna bir konferans vermem konusunda ısrar ediyordu. Kararlı bir insan olmama karşın bu büyük İskoçyalının ısrarları karşısında kolayca boyun eğmiştim. Beni bir iskemleye sürüklemiş, önüme bir
bardak koymuş ve içini yanardöner renklerin tümünü içeren ve nektar tadında kahverengi bir içecekle doldurmuştu."
Dewar, onu hayrete düşürecek şekilde şunları söylemişti: "İşte şimdi Faraday'in iskemlesinde oturuyorsun ve onun içtiği içkiyi yudumluyorsun." Bu şerefe ondan başka hiç kimsenin nail olmadığı konusunda ısrar etmiş ve bu şekilde tartışmadan üstün çıkan taraf olmuştu. Fransızlar bir gün daha bekleyebilirlerdi.
Bilim dünyasının üst tabakasının hazır bulunduğu, İngiltere Kraliyet Topluluğu önünde verdiği seminer genç mucide daha da fazla övgü yağmasına yol açtı. O zamanlar Kraliyet Toplulu-ğu'nun başkanı olan seçkin fizikçi Lort Rayleigh, temel keşifleri gün ışığına çıkarma yeteneğinden dolayı genç mucidi kendi çalışma yöntemini gözden geçirmesi konusunda sıkıştırmaya başlayacaktı.
Tesla'ya gelecekte tek bir araştırma konusu üzerinde yoğunlaşmasını tavsiye ediyordu. Bu, tüm cevapları bir kerede bulmak isteyen bir bilim insanı için sıra dışı bir fikirdi.
Tesla'nın çalışmalarını hayranlıkla izlediği Sir William Cro-okes da, seminerden sonra oteline yolladığı mesajla, kendi bedenini garip elektrik efektlerinde kullanmasının büyük bir ilham kaynağı olduğunu belirtiyordu.
"Sevgili Tesla" diye yazıyordu notta, "Siz tam anlamıyla bir peygambersiniz. Yeni bobinimi henüz bitirdim ancak sizin bana verdiğiniz küçük model kadar iyi işlemediğini gördüm. Korkarım ki fazla büyük oldu... Bir kutbundan tuttuğumda bedenime yayılan fosfor, küçük olanın sağladığının yanında sönük kalıyor..."
Gözlemci Crookes mucidin bitkinliğini fark etmişti, onu fiziksel ve sinirsel bir çöküntünün eşiğinde olduğu konusunda uyarmaktaydı. "Umarım en kısa zamanda yurdunuzun dağlarında alırsınız soluğu" diye yazıyordu. "Çok fazla çalışıyorsunuz ve eğer kendinize özen göstermezseniz çökeceksiniz. Bu mektuba cevap verme ya da bir kişiyi daha görme zahmetine katlanmayınız ve ilk trenle yola çıkınız."
Sir William haklıydı ama tavsiyesinin yerine getirilmesi Tesla için imkansızdı.
Genç mucit hemen Yüksek Potansiyel ve Yüksek Frekanstaki Alternatif Akımlar Üzerine Deneyler konulu semineri düzenlemek üzere Paris'e doğru yola çıktı ve orada da duyarlı elektronik tüpleri ile gösteriler düzenleyecekti. Bu defa izleyicileri So-ciete Internationale des Electriciens ve Societe Française de Physique üyeleriydi.
Aynı ay içerisinde, Şubat 1892'de, Sir William Crookes, Tesla'nın sezilerini doğruladı. Elektromanyetik dalgaların uzayda telsiz iletişimi için kullanılabileceğini varsayan bir makale yayınladı.
Son konferansını da kendisini ezen bir bitkinlik içinde tamamlayan Tesla kendisini ivedilikle Hotel de la Paix'deki odasına atacaktı. Bir haberci annesinin
ölmek üzere olduğunu bildiren bir telgraf mesajını kendisine ilettiğinde baş aşağı yere çakılacaktı neredeyse.
Hızla istasyona gitti ve Hırvatistan'a doğru yola çıkmakta olan bir trene atladı. Yolculuğun sonunda bir fayton buldu ve ölüm döşeğindeki annesinin yanına tam zamanında vardı. Yıkılmak üzereydi ki istirahat etmesi için evine yakın bir binaya götürüldü.
"Orada çaresizlik içinde yatarken" diye anlatır güncesinde, "eğer annem öldüğünde ben onun yanında olamasaydım bana mutlaka bir işaret gönderirdi diye düşündüm... Londra'da yeni dostum Sir William Crookes ile birlikte bir arkadaş grubunda spiritüalizm üzerine tartışırken de bu düşüncelerin etkisi altındaydım... İleriyi görebilmenin son kerte mümkün olduğunu düşünüyordum çünkü annem bu dehaya ve özellikle de üstün sezgi gücüne sahip bir kadındı."
Tüm gece boyunca zihni beklentiler içerisinde kıvrandı ancak sabah erken saatlere kadar hiçbir gelişme olmadı. Hafif düşleri ya da "kendinden geçmeleri" sırasında "meleklere benzeyen bulutlar" görmüştü. "Onlardan bir tanesi bana sevgi dolu gözlerle bakıyor ve yavaş yavaş annemin görünümünü almaya başlıyordu. Bu görüntü yavaşça odanın içinden kaydı gitti ve kayboldu. Tam o anda anlatılamayacak kadar hoş ve birçok sesin oluşturduğu bir şarkı ile uyandım. Tam bu anda artık emindim, bunu herhangi bir sözcükle açıklamak imkansız ama annemin öldüğü bana malum olmuştu. Ve bu doğruydu..."
Bu görünürde transandantal izlenimlerinin dışsal nedenlerini bulmak onun için önemliydi çünkü hala insanların "etten makineler" olduğunu iddia eden teorisine inanmaktaydı. Aşağıdaki "açıklama" onun güncesinden alınmıştır:
"Kendimi toparladıktan sonra uzun süre bu garip olayın dışsal nedenlerini araştırdım ve neyse ki sonuçsuz çabalarımın üzerinden aylar geçtikten sonra buna ulaşabildim. Ünlü bir ressamın bir mevsimi tasvir etmek için havada süzülen bir bulutu ve bunun üzerinde de melekleri resmettiğini keşfettim ve bu beni derinden etkiledi. Bu benim rüyamdaki ile aynıydı, tek fark annemin benzerinin burada olmamasıydı. Müzik, yakınlardaki bir kilisenin korosunun Paskalya yortusu için söylediği eski bir ayin sarkışıydı; bu da her şeyi bilimsel bir gerçeklikle açıklıyordu.
"Bunlar uzun zaman önce oldu ve ben kesinlikle hiçbir temele oturmayan psişik ve spiritüel fenomenler hakkındaki düşüncelerimi değiştirmek için en ufak bir neden bulamadım. Tüm bunlara inanmak entelektüel gelişimin bir parçası. Dinsel dogmalar artık kabul görmüyor. Ama her birey bir çeşit üstün bir güç inancına bağlanıyor. Hepimizin hareketlerimizi yönetecek ve doygunluğa ulaşmamızı sağlayacak bir ideali olmalı, ancak bu ideal maddesel bir şey değildir; maddeselliği aşmamızı sağladığı müddetçe bu, inanç, sanat ya da bilim olabilir. İnsanlığın huzurlu bir şekilde varlığını idame ettirebilmesi için ortak bir kavramın egemenliğini sürdürmesi esastır.
"Ruhbilimcilerin ya da spiritüalistlerin iddialarını destekleyecek herhangi bir delil bulmakta başarısız olurken, sadece bireysel eylemlerin gözlemlenmesi ile değil, aynı zamanda -daha da sağlam bir kesinlikle- genellemeler yolu ile,
hayatın otoma-tizma okluğunu gönül rahatlığı ile kabul edebileceğimi ispatladım."
Ne zaman arkadaşlarından, ya da akrabalarından biri bir başkası tarafından incitilse, o bunu bir "kozmik" acı olarak nitelendiriyordu. Bu, tepkilerinin benzer olmasına neden olacak bir şekilde insan bedenlerinin benzer bir yapıda olmasından, aynı dışsal etkilere açık olmasından kaynaklanıyordu. "Çok gelişmiş bütünsel bir mekanizmaya sahip, çok duyarlı, dikkatli ve çevrenin değişen şartlarına uygun tepkiler veren bir varlığa" diyordu, "güçlü bir mekanik duyu bağışlanmıştır ve bu duyu onun doğrudan algılanabilmesi çok güç olan tehlikeleri savuşturabilmesini sağlamaktadır. Ve o kişi denetim organları aşırı derecede bozuk olan diğerleri ile karşı karşıya kaldığında, bu duyu kendisini ortaya koyar ve o da "kozmik" acıyı hisseder..."
Aslında mucidin yazılarında bu teorilerinden hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin olamadığı açıkça görülüyor.
Bu Tesla'nın hayatındaki tek önsezi örneği değildi. Ama o bunlara her zaman mekanik bir açıklama getirmeye, sezgiyle dışsal olaylar arasında bağlantı kurmaya çalışıyordu. Kız kardeşi Angelina da ölümcül bir hastalıktan mustarip iken Tesla New York'tan, kız kardeşine işlerin iyi gitmediğini düşündüğünü anlatan bir telgraf çekmişti. (Rüyasında Angelina'nın yükselip kaybolduğunu görmüştü.) Tesla'nın kuzeni Sava Kosanoviç de Tesla'nın bu geleceği görebilme gücüne birçok kez şahit olduğunu ama onun bu olaylar üzerinde durmak istemediğini anlatır. "O duyarlı bir insandı, bir şeylerin yolunda gitmediğini hissederdi ama bunun mistik bir yanı yok."
"Herkesin dış etkilere tepki veren otomatonlar (robotsu insanlar) gibi olduğunu söylerdi" diye anlatıyor. "Ama onda sahip olduğu önseziyi olanaklı kılan dışsal faktörlerin kaynağından asla söz etmezdi."
Kosanoviç'e, 1890'lı yıllarda Manhattan'da bir parti verdikten sonra başından geçenleri anlatmıştı. Konuklardan bazıları Philedelphia'ya giden trene binmek için hazırlık yapıyordu. Tesla kapıldığı "kuvvetli bir dürtü"nün etkisiyle konuklarının treni kaçırmalarını sağlamıştı. Ve tren kaza yapacak, yolculardan pek çoğu ağır bir şekilde yaralanacaktı.
Ona göre, annesi ölüm döşeğindeyken yanına zamanında gidebilmesi tuhaf bulunabilecek özellikleri sayesinde gerçekleşmişti. Başının, aslında diken gibi ve kapkara olan sağ yanındaki saçların arasında bir tutam ak belirmişti. Oysa yalnızca birkaç ay sonra eski haline dönecekti hepsi.
Annesinin ölümünü takip eden birkaç hafta boyunca kendisi de hasta yatmıştı. En sonunda ayağa kalkabildiğinde, akraba ziyareti için Belgrat'a gitti. Dünya çapında kazandığı ün sayesinde hoş karşılandı; buradan da Zagreb'e ve Budapeşte'ye geçti.
Daha çocukken Tesla, yağmur ile yıldırım arasındaki ilişkiye hayran kalmıştı. Anavatanının dağlarında seyahat ederken de, bir bilim insanı olarak onu derinden etkileyen bir deneyim yaşayacaktı.
"Yaklaşan bir fırtınadan korunacak bir yer arayışındaydım" diye anlatıyor sonradan. "Kara bulutlar gökyüzünde asılı kalmışlardı ama nedense yağmur düşmek bilmiyordu; neden sonra birdenbire bir şimşek çaktı ve sağanak boşaldı. Bu gözlem beni düşünmeye sevk etti. Bu iki fenomenin, neden etkileşim içinde ve birbirleri ile yakından bağlantılı oldukları açıktı. Düşüncelerim beni şu sonuca götürdü: Yağmurun düşmesini hızlandıran bir sebep olarak elektrik enerjisisin çevresel etkisi o denli büyük değildi. Yıldırımın işlevi daha çok hassas bir tetiğinki gibiydi.
"Bunun arkasında muazzam bir başarı gizleniyordu. Gereken özelliklerde elektrik fırtınaları üretebildiğimiz takdirde, tüm gezegenin ve üzerindeki iklimin şartlan dönüştürülebilirdi. Güneş okyanuslardaki suyu yükseltiyor ve rüzgar bunu mükemmel bir denge kurulacak şekilde uzak bölgelere taşıyordu. Bunu istediğimiz yer ve zamana göre düzenleyebilecek yeteneğe sahip olduğumuz takdirde, bu muhteşem hayat verici şartları kontrol edebilirdik. Kurak çölleri sulayabilir, göller ve nehirler yaratabilir, sınırsız miktarlarda devinim enerjisi elde edebilirdik."
Yıldırımları kontrol etmek, ona göre güneşin gücünden yararlanmanın en uygun yoluydu.
"İşin tamamlanması doğadakilerin yapısına uygun elektrik enerjisi yaratmaya bağlı" şeklinde düşünüyordu. "Bu olanaksız-mış gibi görünüyordu ama ben denemeye kararlıydım.
31 Ağustos 1892'de The Electrical Engineer seçkin elektrikçi Mr. Nikola Tesla'nın Hamburg'dan, Augusta Victoria adlı buharlı bir gemi ile döndüğünü duyurdu. Annesinin vefatına ve kendisinin rahatsızlığına yer verdikten sonra şöyle denilmişti: "Tesla'nın çalışmaları öteki Avrupalı elektrik mühendislerinin araştırma ve incelemeleri gibi, elektrik tarihindeki yerini aldı; kendisine gösterilen saygı tüm Amerikalıların, böyle bir insanın anavatanı olarak kendi ülkelerini seçtiği için gururlandığını gösteriyor."
Bilim tarihine, 1893 sonbaharında Philedelphia Franklin Enstitüsü'nde ve St. Louis National Electric Light Associati-on'da radyo yayınlarının ilkeleri üzerine verdiği konferanslarla yeni bir ivme kazandıracaktı.
Bunun ilk kez Marconi tarafından 1895'de başarıldığı iddia edilse de, kamuoyu önünde gerçekleştirilen ilk radyo iletişim gösterisini Tesla, St. Louis'de düzenleyecekti.
St. Louis'deki seminerde Tesla'nın asistanlığını o zamanlar yirmi sekiz yaşında olan H. P. Broughton yapıyordu. Oğlu Wil-liam G. Broughton ilerde, tarihi amatör radyo istasyonu W21R'yi işletecekti ve radyonun 1976 yılında yapılan anma programında babasının kendisine anlattığı kişisel anılardan yola çıkarak, Tesla'nın St. Louis'deki tarihi gösterisine atıfta bulunacaktı.
"Seksen üç yıl önce, St. Louis'de, Ulusal Elektrik Işığı Birliği yüksek voltaj, yüksek frekans üzerine düzenlenen bir seminere sponsorluk yapmıştı" diyordu
genç Broughton. "Kürsüde iki ayrı grup ekipmanın kullanıldığı bir gösteri düzenleniyordu.
"Verici grubunda, sahnenin bir yanında, kutup tipi, 5-kva, yüksek voltaj, yağ doldurulmuş dağıtım transformatörü, Leyden kavanozlarından (Leyden jar: Elektrik depolamak için kullanılan, ince kalay folyo ile içten ve dıştan sarılmış, içinde metal bir çubuk bulunan cam kavanozdan oluşan bir aygıt. Hollanda Le-iden'de icat edildiği için bu adı almıştır. Ç.N.) duplike bir kondansatöre, bir elektrik kutusuna, bobine ve tavana doğru yükselen bir tele bağlanmıştı.
"Sahnenin diğer yanındaki alıcı grubunda da benzer şekilde tavandan sarkan bir tel, Leyden kavanozlarından duplike bir kondansatör ve bobin vardı ama elektrik kutusunun yerini voltaj uygulandığında çağdaş floresan lambalar gibi ışıldayan Geissler tüpü almıştı. Alıcı ve verici arasında ise bağlantı sağlayan herhangi bir tel yoktu.
"Verici grubundaki transformatör çift ağızlı açık bir şalterden gelen elektrik enerjisinden besleniyordu. Şalter kapandığında transformatör vızıldamaya, inlemeye başlıyor, Leyden kavanozlarının levhalarının kenarlarında haleler beliriyor, elektrik kutusu gürültülü bir yük boşalması ile çatırdıyor ve vericinin anten telinden görünmeyen bir elektromanyetik saha enerjisi uzaya yayılmaya başlıyordu.
"Aynı anda, alıcı grubunda, alıcı anten telinin topladığı radyo frekansları ile Geissler tüpü ışıldamaya başlıyordu.
"Böylece telsiz doğmuş oldu. Beş kilowattlık bir vericiden bir telsiz mesajı gönderilmiş ve bu mesaj dokuz metre ötedeki Geissler tüp alıcısı tarafından alınmıştı...
"Bu seminer gösterisini icat eden, yöneten ve açıklayan kişi, dünyaca ünlü dahi Nikola Tesla idi."
St. Louis'deki gösteri, Tesla'nın tabiatıyla tercih edeceği "dünya çapında bir mesaj" içermemesine karşın çağdaş radyonun tüm temel prensiplerini içeriyordu: 1. Bir anten; 2. Bir hat bağlantısı; 3. İndüktör ve kapasiteyi içeren bir anten-hat bağlantısı; 4. Ayarlanabilir kapasite ve indüktör (ayarlama için) 5. Birbirleri ile rezonans içinde olan alıcı ve verici setleri; ve 6. Elektronik tüp detektörleri.
İlk yayınlarda, sürekli dalgaların alıcıya ses verebilmesi için titreşimli bağlantılar kullanılmıştı. Birkaç yıl içinde elektrik kutusu vericilerinin sinyallerini algılamak üzere kristal dedektörler ortaya çıkacaktı. Bu, Edwin H. Armstrong, radyoyu amplifika-törlü -gücü artırılmış- ses çağına sokana ve rejeneratif ya da geri besleme devrelerini icat edene dek ticari radyonun öncüsü olarak kabul edilecekti. Armstrong daha sonra tüm modern radyo ve radar alıcılarının temeli olan Superheterodyne Beat-note (değişik frekanslar üretebilmek için, gelen radyo sinyallerini vericinin kendisindeki sinyallerle birleştirebilen bir alet. Ç.N.) devresini ortaya çıkaracaktı. Columbia Üniversitesi'nde lisans okurken Prof. Michael Pupin'in öğrencisi olan
Armstrong, Tesla'nın seminerlerinden ilham almıştı. Ama sonradan, Pupin'den etkilendiği için midir bilinmez, uzun süre radyo patent hakları için Tesla ile amansız bir savaşa giren Marconi'nin tarafını tutacaktı.
Radyo'nun dünyaya kazandırılmasında, Tesla'nın yanı sıra, büyük emeği geçen bir diğer bilim insanı da Sir Oliver Lodge idi. 1894 yılında telgraf sinyallerinin telsiz bir şekilde, Hetzyan dalgaları ile 150 metre uzağa gönderilebildiğini göstermişti.
İki yıl sonra genç Marchese Guglielmo Marconi, Lodge'un-ki ile aynı yapıda bir telsiz seti ile Londra'da boy gösterecekti. Doğal olarak yarışta başı çekenler arasında pek esamisi okunmadı. Ancak Bologna'da Tesla'nın 1893 yılı derslerinde geniş bir şekilde söz ettiği ve birçok dile çevrilen kitabında tanıttığı hat bağlantısı ve anteni kullanarak baştan savma birkaç deney gerçekleştirecekti.
Ocak ayında Tesla, Westinghouse'dan bir telefon aldı. Şirket, Columbian Exposition adıyla da anılan, Chicago Dünya Fu-arı'nın enerji ve aydınlatma ekipmanını kurma işini almıştı. Tüm şebekede Tesla'nın alay konusu edilen ve yerden yere vurulan AC'si kullanılacaktı.
Bu haber hem iyiydi, hem de kötü. İyiydi çünkü uluslararası büyük bir olayı bir vitrin olarak kullanabileceklerdi; kötüydü çünkü bu dünyada onun için en önemli şey olan işini bırakması anlamına geliyordu. Radyo araştırmaları tam da en önemli ve heyecanlı safhasındaydı.
"Fuar ne zaman açılıyor?" diye sordu büyük bir korkuyla.
"1 Mayıs'ta. Yapacaklarımız için hayli kısıtlı bir vaktimiz var."
"Pekala, Bay Westinghouse" diye yanıtladı mucit.
Sevgili bobinlerine sırt çevirerek büyük şov için çalışmaya yollandı. Bilim camiasını hayrete düşürecek ve halkı büyüleyecek fikirler daha yolda zihnine akın etmeye başlamıştı. Bu teklifi geri çevirmesi de pek mümkün değildi zaten.
Birleşik Devletler böyle bir gösterinin düzenlenmesini hem istiyordu, hem de buna ihtiyacı vardı. Başkan Grover Cleveland, Beyaz Saray için ikinci kez seçildikten kısa bir süre sonra ülke batık bankaların, işsizliğin ve iflasların çamuruna saplanmıştı. 1893 paniği yoksul ile zengine aynı sertlikte indirmişti şamarını. İnsanları, pek yakında ekmek kuyruklarında beklemeye başlayacakları endişesinden uzaklaştıracak bir şeyler gerekiyordu.
Columbian Exposition (Kolombiya Sergisi) aynı zamanda Amerika'nın keşfedilişinin -bir yıl gecikmeli olmakla beraber-400. yılı için bir kutlama işlevi de görecekti. Başkan Cleveland diğer Avrupa soyluları ile birlikte İspanya ve Portekiz kraliyet ailesini de davet etmişti. Aynı zamanda Geleceğin Şehri'ni ışığa boğacak, fıskiyeleri ve makineleri çalıştıracak, bayrakları ve flamaları gönderlere çekecek ve böylece muhteşem gösterinin başladığını duyuracak elektriği serbest bırakan altın anahtarı çevirmeyi de kabul etmişti. Doğrusu bu
ana şalteri indirmek de cesaret isteyen bir işti. Beyaz Saray elektriğe 1891 yılında kavuşmuştu ama başkanın elektrik düğmelerine dokunmasına hiç izin verilmemişti. İhtiyatlı davranılarak bu görev odacılara verilmişti; ne de olsa toplum Edison tarafından olası büyük tehlikelere karşı sürekli uyarılmaktaydı.
Fuar günü geldiğinde, şehir nefes kesici bir görünümdeydi. Başkan Cleveland'ın fildişi ve altından yapılma şaltere dokunu-şuyla Işık Kulesi muhteşem bir parıltıyla ışıldadı. Işıklar uzayıp gitmeye devam ettikçe aşığadaki insanlardan çığlıklar yükseliyordu. Artık her yerden geleceğin nabız atışı, alternatif akımın sesi işitiliyordu. Aydınlatma anlaşmasında General Electric'e nal toplatan Westinghouse bu kesin zaferin tadını çıkarıyordu.
Mayıs ile ekim ayları arasında yirmi beş milyon Amerikalı, bilim, endüstri, sanat ve mimarinin en son harikalarını görmek için Chicago'yu ziyaret etti. Bu o zamanki nüfusun üçte birine eşitti.
Ziyaretçiler ünlü Nikola Tesla yönetimindeki sergi salonlarına hücum ediyorlardı. Yine beyaz boyunbağı ve kostümüne bürünmüş, yüksek frekans donanımı arasında, birbiri ardına elektrikli mucizeler yaratan bir sihirbaza benziyordu. Karanlık bir köşede floresan tüpleri ve lambalarının aydınlattığı bir masa duruyordu. Uzun tüplerden birisinin üzerinde Tesla'nın büyük bir maharetle dökme cam kullanarak harf harf işlediği "Elektrikçiler, Hoş geldiniz" yazısı ışıldıyordu. Diğer ışıklar Helmholtz, Faraday, Maxwell, Henry, Franklin gibi büyük bilim insanlarını onurlandırıyordu. Ve tabii bilim dünyasından insanların adlarının yanına, Yugoslavya'nın yaşayan en büyük şairinin adını da koymayı unutmamıştı: Zmaj Jovan.
Alternatif akımın nasıl işlediğini sergileyen gösterilerinin topladığı ilgi her gün giderek artıyordu. Kadife kaplı bir masanın üzerinde küçük metalik nesneler -bakır toplar, metal yumurtalar- vardı ve bunlar aralarındaki uzaklık sabit kalmak üzere yüksek hızlarda dönüyorlardı.
Bir osilatöre bağlanmış ilk senkronize elektrikli saati ve dağıtıcı deşarj bobinini sergiliyordu. İzleyiciler kullanılan teknolojiden pek bir şey anlamıyorlardı ama dikkat kesiliyorlardı. Ve kendisini alev topuna çevirdiğinde insanlar korku ve merak içinde haykırıyorlardı.
Tesla'nın arkadaşı olan bir grup kadın New York'tan şirketin konuğu olarak fuara getirilmişlerdi. Tesla'ya kur yapıyorlar, dönme dolaba biniyorlar ve Bayan Potter Palmer'ın (Chicagolu Bayan Astor -Nancy "Langhorne" ASTOR, Vikontes (1879-1964); İngiltere parlamentosunun ilk kadın üyesi. Ç.N.) yeni elektrikli fırını, fanı ve hatta elektrikli bulaşık yıkama makinesi ile donatılmış -kadınların özgürlüğünü müjdeleyen- model mutfağın bulunduğu Kadınlar Binası'nı ziyaret ediyorlardı.
Fakat muhtemelen kendilerini, yeğeni İspanya Kralı Alfon-so'yu temsil eden Prenses Eulalia'nın toplum içinde küstahça (!) sigara içtiğini gördüklerinde daha özgür hissedeceklerdi.
Bu arada ilk fermuarı ve Edison'un "sesleri kulaklara olduğu kadar görüntüleri de gözlere kavuşturan" Kinetoskop'unu (ilk hareketli film kamerasını) görmüşlerdi; aynı zamanda Manhattan'da verilen bir konserin telefondan duyulan cılız sesini de dinlemişlerdi.
Kalabalığın arasına karışan gazetecilerden biri Tesla'nın sergisini izlemiş ve gazetesine şöyle bir yazı göndermişti:
"Bay Tesla'nın, elleri ile 200 bin volttan fazla akımlarda, saniyede milyonlarca kez titreyen ve insanın gözlerini kamaştıran ışıklara dönüşen elektrik aldığı görülüyor... Kimsenin tekrarlamaya gönüllü olamadığı bu etkileyici test bittikten sonra Bay Tesla'nın bedeninde ve giysilerinde ışıltılar bir süre varlığını devam ettiriyor. Aslında, elektrostatik yük taşıyan moleküllerin harekete geçirilmesi ile alevler ortaya çıkıyor ve indüksiyon bobininin uçlarından taşan ve hiç bir şeyi yakmayan bu güçlü, beyaz, uçuk alevler gösteriyi cennet çayırlarında gerçekleşen bir mucizeye dönüştürüyor."
Mucidin bir gün kendisini tamamıyla bu zararsız alevlerle kaplamayı planladığı yazılıyordu. Bu tip akımların kuzey kutbunda çıplak bir insanı ısıtabileceğim ve tedavi edici etkilerinin de uygulama olanakları içinde yer aldığını iddia ediyordu.
Daha sonraları şunları söyleyecekti: "(Tıbbi diatermi) konusundaki ilk yayınlarım sel gibi yayılmış, çeşitli ülkelerde çok sayıda uzman bu konuda deneyler yapmaya başlamışlardı. Ünlü bir Fransız hekim, Dr. d'Arsonval de aynı keşifte bulunduğunu söyleyecek ve tartışmalar eskisine nazaran daha da fazla alevle-necekti. Yurttaşlarını onurlandırmaya fazlasıyla meraklı olan Fransızlar benim önceki yayınlarımı hiçe sayıp kendisini Akademi üyesi ilan etmişlerdi. Tezlerimi savunmak için Paris'e gittim ve Dr. d'Arsonval ile görüştüm. Bana gösterdiği hayranlık elimi kolumu bağladığı için maksadımdan vazgeçtim. Davranışları da kesinlikle ispatlıyordu ki açıklamalarım ona yol göstermişti ve gösterilerinde de tamamıyla benim aletlerimi kullanmıştı..."
Tesla, yüksek frekanslı alternatif akım bombardımanının dokularda yarattığı ısının, kireçlenme gibi birçok rahatsızlığı iyileştirdiğini bulan ilk kişi olarak (1891 yılında) tarihe geçtiyse de, yöntemin adı "D'Arsonval Tedavisi" olarak geçecekti tıp literatürüne. Radyasyonun tıbbi tedavilerde kullanılması hızla yaygınlaştı ve -başlarda diatermi, şimdilerde ise hipertermia adı ile anılan- bu tedavi X ışınlarının, mikro dalgaların ve radyo dalgalarının kullanılması ile kanserin tedavisinde de uygulanmaya başlandı. Kemik ve doku tedavilerinde de bu yönteme başvurulacaktı.
Tesla hayatı boyunca -kendi deyimi ile- "soğuk alev"in hem zihni rahatlatan hem de cildi tazeleyen terapötik bir değeri olduğuna inandı. Gerçekte düşük güçlü terapötik bir aygıtın sağladığı deşarjın ya da koronanın adalelerdeki hareketliliği artırdığı, kan dolaşımını hızlandırdığı ve aynı zamanda düşük yoğunlukta solunduğunda hafif bir uyarıcı etki yaratan ozon gazı salgıladığı gözlemlenebiliyor. Doktor Maurice Stahl "psikosomatik bir etkinin olduğuna ve salt mekanik bir etkinin ötesinde bir şeylerin ortaya çıktığına" inandığını söylüyor.
Mucit elektrikli anestezinin de mümkün olduğunu düşünüyordu. Dersleri anlamada güçlük çeken öğrencileri etkilemesi için sınıfların altından yüksek voltaj kablolarının geçirilmesini de önerecekti. New York sahnesinde oyuncuların sahneye çıkmadan önce duygularını kamçılamak için yüksek gerilimli soyunma odaları hazırlayacaktı.
Columbian Exposition'da, aynı zamanda özel tasarımlı yüksek frekans bobinleri kullanılarak demir kalıpların ısıtılması ve kurşun ile kalayın eritilmesi tekniğini de açıklamıştı. Bu yıllar sonra çok büyük bir ticari önem kazanacaktı.
New York'taki laboratuvannı gönülsüzce terk etmişti ama Chicago'daki fuar da onun için çok keyifli bir deneyim olmuştu. Aynı durum George Westinghouse için de geçerliydi. Wes-tinghouse, Makine Salonu'nda AC sistemi ile çalışan çeşitli ticari motorların ve aydınlatma-enerji üretimi amaçlı özel çift fazlı jeneratörlerin sergilenmesi ile meşguldü. Sistemin uygulanabilirlik sahasının genişliğini açıklayabilmek için dönel bir kon-vertörün çokfazlı bir AC'yi bir lokomotif motorunu çalıştırabilecek şekilde nasıl DC'ye dönüştürüldüğünü gösteriyordu.
Belki de Tesla hayatının en büyük gününü mekanik ve elektrikli osilatörlerini 25 Ağustos'ta Elektrik Kongresi'nde sergilediğinde yaşamıştı. Tanınmış bir editör ve elektrik mühendisi olan Thomas Commerfold Martin artık bilim insanlarının alternatif akım üzerine yürütecekleri araştırmalarını eksiksiz bir donanımla sürdürebileceklerini yazmıştı. Aynı zamanda, böyle bir ekipmanın "armonik ve senkronize telgraf sahasında ve "açılan geniş alandaki olanaklarda" kullanılabileceğini de sözlerine eklemişti.
Ünlü Alman fizikçi, Hermann Helmholtz, Elektrik Kongre-si'ne Alman İmparatorluğu'nun resmi delegesi olarak katılmış ve kongrenin başkanlığına seçilmişti. Tesla'nın yurttaşı Micha-el Pupin de kongreye katılanlar arasındaydı ve sonradan şunları yazacaktı: "...ve bu konuda tartışan insanlar elektrik biliminin emekleme evresini aştığını ve elektrikli aletlerin bilim dışı yöntemlere uygun olmadığını gösterdiler." Bu sözleri ile Edison'un, alternatif akımın güvenle kullanılamayacağı görüşünü reddetmiş oluyordu.
Tesla New York'a kazandığı zaferlerle bahtiyar döndü. Kazandığı büyük şöhret sayesinde eskiden muhatap olduğu genel suçlamaların önünü daha rahat bir şekilde alabilecekti. Ticari taleplerden kurtulmayı istiyordu ama radyo ve diğer konularda yürüttüğü çalışmaları finanse edebilmek için bunlara boyun eğmek zorunda kalacaktı.

8. YÜKSEK SOSYETE
Wall Street'e, aralarında Morgan, J.D. Rockefeller, Vander-biltler, E. H. Harriman, Jay Gould, Thomas Fortune Ryan gibi efsanevi ve diğer daha geçici ama aynı derecede renkli isimlerin bulunduğu maceracı tipler hakimdi. Bazıları bir gün içinde serpiliyorlar, neden sonra baş aşağı oluyor, unutulup
gidiyorlardı. Çoğu, yasallığı oldukça şüpheli yollardan ticaret yapan bu kişilerin başı derde girdiğinde suçlu iadesi anlaşması bulunmayan başka eyaletlere kaçması gerekirdi. Kömür, demiryolları, çelik, tütün ve yeni bir saha olan elektrik üzerine ticaret yapanlar yüksek fiyattan senetler pazarlıyor, sivriliyor, köşe oluyorlardı.
Twain'e göre, sanayi devriminin hakimleri olan soyguncu baronların vaazları şöyleydi: "Para kazan. En kısa yoldan kazan. Kazanabildiğin kadar kazan. Eğer becerebiliyorsan namussuzlukla kazan; eğer mecbursan namusunla kazan."
Borsanın kapanışıyla birlikte bütün para tacirleri soluğu Walfdorf-Astoria otelinde alırdı. "Walfdorf Cemiyeti"ne kabul edilmek için "başarılı" olmak gerekirdi. Tesla da para babalarına yakın olmak için akşam yemeklerini düzenli bir şekilde burada yemeye başlamıştı. Elbette onlar kadar zengin değildi ama yakışıklılığı, parlak geleceği ve zekası ile büyük bir hazineye sahipmiş gibi yaşamak onun da hakkıydı.
Tesla da artık McAllister'ın, varlık ve toplumsal mevki sıralamasını belirleyen New York "400" listesinin bir üyesiydi. Ef-saneleştirildiği şekliyle o "soğuk bakışlı, zor gülümseyen dev adamlar"la kendi oyun sahalarında karşılaşıyordu. Bilgisi takdir görüyordu, o da bunun tadını çıkarmasını biliyordu. Acaba o da Edison gibi kendisinin "Morgan'laştırılmasına" izin verecek miydi? "Astor", "Insull", "Mellon" ya da "Ryan'laştırılacak" mıydı? İcatlarını kim finanse ederse etsin işine burunlarını sokmalarından, kendisini kesin tahakküm altında bulundurmalarından yakayı sıyıramayacaktı. Sistem böyle işliyordu, bu da mucidin ödemesi gereken bedeldi.
Bazı aydın insanlar Tesla'nın tarihteki en büyük mucit olduğundan, Edison'dan dahi büyük olduğundan dem vurmaya başlamışlardı. Doğrusu bunun en büyük kanıtlarında biri de New York'ta ona karşı alınan cephenin genişlemeye başlamasıydı. Bu cephede sadece Edison ve çevresi yoktu, basının ilgisini onun kadar çekemeyenler ve laboratuvarındaki heyecanlı gösterilere davet edilmeyenler de saflara katılmaya başlamışlardı.
Tesla hayatı boyunca birçok gazeteci, editör, yayıncı ve edebiyatçı arkadaş edinecekti. Seminerleri ona dünya çapında bir ün kazandırmış ve daha o zamandan pek çok bilim kurumunun arşivinde kendisine yer bulmuştu ama buna karşın hiçbir zaman akademik bir yayın ekibine dahil olmamıştı. Doğrusu, Amerika'ya ilk ayak bastığında zaten böyle bir yayın da yoktu. Büyük üçlünün, yani hükümet, sanayi ve üniversitelerin kesiştiği nokta henüz bir bilim insanına ün kazandıracak denli önemli değildi. Ama işin rengi değişmeye başlamıştı.
Yalnız çalışanların devri geçmeye başlamıştı ama o yine de yalnız olmayı tercih ediyordu. "Bağımsızlar"ın son temsilcilerinden Edison, modern bilime örnek olan büyük endüstriyel araştırma laboratuvarları ile bir geçiş tipi teşkil ediyordu.
Tesla'nın hayatı boyunca birlikte çalışmaktan hoşlanmamasının iki nedeni vardı: Birincisi diğer mühendislerin çoğunun sabırsız davranması onu çileden çıkarıyordu, ikincisi de her türlü kontrol mekanizmasından nefret ediyordu.
Eğer işbirliği yapabileceği bir kişi varsa o da ancak yönetim kurulu başkanı olabilirdi.
Waldorf'taki kodamanlar ne politikayla ne de sanatla ilgililerdi. Onlar için önemli olan faizler, vergilerin durumu, ekonomik krizler ya da işçi ayaklanmalarıydı. Diğer yandan, gazeteciler ve entelektüel hanımlar Tesla'nın zevklerine daha çok uyuyorlardı. Çevresindeki bu yeni dostlar Tesla ile zaman geçirmekten hoşnutlardı. Onun karizmatik ve güçlü yapısının çekim alanına girip farklı bir evrende seyahat ediyormuş hissine kapılıyorlardı.
Bir güz akşamı gösterişli faytonu Tesla'yı Robert Underwo-od Johnson'ların 327 Lexington Bulvan'ndakı meşhur evlerine bıraktı. Faytonlar ve diğer gösterişli arabalar birbiri ardına eve misafir taşırken ark lambaları dondurucu havayı aydınlatıyordu. Kapının her açılışında Mozart'ın piyano konçertosundan birkaç ezgi yayılıyordu sokağa. Johnsonlar o kadar varlıklı bir aile değildi ama şehrin tüm milyonerlerini, milyarderlerini, fakir sanatçılarını ve entelektüellerini açık gönüllülükle bir araya toplamışlardı. Ne Robert, ne de Kathrine bilimden anlıyordu ama her ikisi de Tesla'nın büyülü gösterilerine bayılıyordu.
Oldukça etkileyici bir çifttiler. Robert dilbilimine ilgili, şiire düşkün ve hazır cevaptı. Kathrine de minyon, tatlı bir kadındı ve annelik-ev hanımlığı rolü ile tatmin olamayacak kadar zeki bir kadındı.
Sanatçı dostlar edinmişlerdi ve sanata da canı gönülden bir ilgi duyuyorlardı. Johnson Century dergisinde yardımcı editörlük yapıyordu ve kısa süre içinde baş editörlüğe de terfi edecekti. Evleri, eski dünya şehirlerinin kültür ritüellerini özleyen medeni Tesla için doğal bir cennetti. Yugoslavya'nın yoksul dünyasından Amerika'nın acımasız dünyasına düşen Tesla ve Mic-hael Pupin için bu ev sığınılacak bir liman olmuştu. Johnson-lar'ın evinde Tesla, Amerikan toplumunun kaymak tabakasının yanı sıra Avrupa'nın ressamları, yazarları ve politik şahsiyetleri ile de görüşme şansını yakalıyordu.
1893 yılında, Thomas Commerfold Martin tarafından John-sonlar'a davet edilmiş ve hemen kanı kaynayıvermişti. Kısa zamanda bu üçlü arasında yakın dostluk bağları kurulacaktı. Robert ve Katharine sayesinde Tesla resmi tavırlardan sıyrılabil-meyi, ön isimlerle hitap edebilmeyi, hatta ve hatta o zamanların dedikodularından zevk alabilmeyi öğrenecekti. Tesla'nın çalışmalarını finanse edecek bir milyoner bulma çabaları üçlünün favori şakalarından biri haline gelecekti.
Beraber olmadıkları zaman birbirlerine -bazen günde iki üç kere- notlar yolluyorlardı ulaklarla. Yıllar süren bu yazışmaların sonunda Tesla ile Robert'in birbirlerine gönderdiği binlerce mektupluk bir arşiv oluşacaktı. Katharine'den -ona karşı hissettiği en derin duygularını açıkça yazdığı mektuplarda bile hiç şaşmadan vurguladığı gibi- "Mr. Tesla"ya giden mektupların sayısı da bundan aşağı kalmıyordu. Kısa bir süre içinde Tesla muhataplarına takma isimler verecek kadar yakınlaşmıştı. John-son'a, hayran olduğu efsanevi bir Sırp kahramanın, "Luka Fili-pov"un adı ile hitap ediyordu. Mrs. Johnson da "Madame Fili-pov" olmuştu. Buna mukabil, Johnson da Sırpça çalışmaya başlamıştı.
Johnsonlar'dan Tesla'ya gelen davetler, mucidin o dönemlerde deli dolu bir hayat yaşadığı izlenimini uyandırıyor. "Hemen Van Allenler'den çıkıp Leggetler'e atla gel, gelebiliyor-san..." "Gel de Kipling'le tanış", "Çabuk gel Paderewski'yi gör", "Baron Kaneko ile tanışmak istiyorsan hemen çıkıp gelmelisin..." Tesla Filipovlar'a verdiği cevaplarda arada sırada I. Nikola, G.I. (büyük mucit) gibi imzalar kullanıyordu. Bu tip şakalar yapabileceği pek fazla arkadaşı yoktu.
Johnsonlar sayesinde Tesla da zengin avarelerin zaman geçirmek için kabaca değerlendirdikleri ayrıcalıklardan nasibini alma şansını yakalamıştı. Robert ona Karun gibi zengin Delmo-nicolar'ın düzenledikleri ziyafetlerden söz etmişti. Bu ziyafetlere, kadın misafirleri sevindirmek için peçetelerin içine gizlenen mücevherlerin cinsine göre, altın, gümüş ya da elmas yemekler adı veriliyordu. Bazen sadece heyecan yaşamak için yüz dolarlık banknotlara sarılan sigaralar elden ele dolaştırılıyor, tüttürülüyordu.
Bunlara katılmamışsa da büyük mucit sosyete sayfalarında "Yoksulluk Toplantıları" denilen tuhaf akşam partileri hakkında birkaç satır okumuştu. Bu toplantılar zenginlerden birinin konağında düzenleniyordu. Konukların partiye kirli paçavralar içinde gelmeleri gerekiyordu. Pis bir yerde oturuyorlar, üniformalar giyinmiş uşakların getirdiği konserve kutuları içindeki biralardan içiyor, tahta kaplarda yemek yiyorlardı. Duyarlılık, Cilalı Taş Devri insanlarının sahip olduğu meziyetlerden değildi.
Ama tercihler bir yana, zenginlik yine de insana oldukça çekici geliyordu. "Cebimde bir sent olabilmesi için önce pencereden dışarı avuç dolusu para atabilecek kadar zengin olmam gerekiyor" diyordu Tesla.
O sıralarda tabelasında "yangına kesinlikle dayanıklı aile oteli" yazan Gerlach'da kalıyordu. Bu göz alıcı olmaktan hayli uzak yere fitil oluyor, Fifth Avenue'daki altın kaplamalı Wal-dorf'da kalacağı günlerin hayalini kuruyordu.
Johnson'un malikanesinde Robert'in ve kendisinin çağlarının en büyük şairi olarak gördükleri Rudyard Kipling'in yanı sıra, yazar John Muir ve Helen Hunt Jackson, besteci Ignace Paderewski ve Anton Dvorak, prima donna Nellie Melba ve aralarında Senatör George Hearst'ın da bulunduğu bir dizi siyasi ve toplumsal kişilikle tanışma şansını yakalamıştı. Bu tanınmış simaların yanı sıra ABD Donanma Akademisi'nden henüz mezun olmuş yakışıklı bir genç olan Richmond Pearson Hobson ile de tanışmıştı.
Tesla çoktan otuz yedi yaşına girmiş kozmopolit bir adamdı ve yeni tanıştığı kişiler onu o kadar da etkilemiyordu. Ama bu, oğlansı tavırları ve kara bıyığı ile oldukça zıt kaçan genç subaydan çok etkilenmişti. Zekasını kültürünün gücü ile birleştiren yağız bir eylem adamı olarak Tesla'nın hayallerindeki Sırp kahramanı ile Hobson pek örtüşüyordu doğrusu.
Hakkında dolaşan söylentiler arasında Tesla'nın bir homoseksüel olduğu fısıltısı da yayılmaya başlamıştı. Başka bir zamanda ya da ülkede bunun kariyerine pek etkisi olmazdı ama Viktorya döneminin Amerika'sında bunun
ortaya çıkması onu alaşağı edebilecek bir felaket haline dönüşebilirdi. Dedikodulara metelik vermemesine karşın neden evlenmediği sorulduğu zaman yoğun çalışma temposunu mazeret olarak göstermek zorunda hissediyordu kendisini. Gel gör ki, bu o dönemin toplumu için kabul edilemeyecek bir lakırdıydı ve evlenmesi gerektiği yollu baskılar iyiden iyiye artıyordu.
Bununla birlikte Tesla'nın fobileri yakın ilişkiler kurabilmekten uzak bir insan olmasına neden oluyordu. Yine de bir ara, başka bir otelde sürekli ikamet etmesine karşın Hotel Margu-ery'nin lüks odalarından birini tutmuş ve bir keresinde de Ken-neth Sweezey'e bu odayı "özel arkadaşlarını" ağırlamak amacıyla kullandığını anlatmıştı. Her şeye karşın bu değişik yorumlara açık bir ifadeydi.
Johnsonlar onu birçok kadınla tanıştırıyordu. Bunların kimi güzel, kimi varlıklı, kimi de yetenekli hanımlardı. Bazıları bu üç özelliği de taşıyordu. Bu hanımların birçoğu da ona tutuluyordu.
Ama o bütün teklifleri nazikçe geri çeviriyordu. Tabii bu arada gururunun bir hayli okşandığını da göz ardı etmemek gerekir.
Johnsonlar'a geldiğinde kapıdan dışarı süzülen Mozart tınılarının uzun bir süredir akşam yemeklerinin favori partneri Mar-guerite Merington'ın çaldığı piyanodan yayıldığını fark etti. Ona duyduğu hayranlık ve düşkünlük diğer tüm kadınlara karşı hissettiklerinin önüne geçmişti.
Johnson hemen yanına gelip, kendisini Fransız tarzı pahalı bir tuvalet giymiş, uzun boylu, ciddi görünüşlü, takı olarak boynuna çiçek iliştirilmiş genç bir hanımla tanıştırmaya götürdü. Kız dönüp Tesla'yı ela gözleriyle süzdü. Tesla onu daha önce görmediğinden emindi ama bu gözleri tanıyordu. Bir aktris olabilir miydi? Kim bilir?
"Miss Anne Morgan" diye takdim etti Johnson. "Mr. Tesla." Ve onları baş başa bıraktı.
Mucidi başıyla selamladı ve dikkatini tekrar müziğe yöneltti. Tabii ya. Gözleri ve gözü pek zekası babasınınkilerle aynıydı. Onu neredeyse siyah bir puro içerken hayal edebiliyordu. Johnson kızcağızın ona abayı yakmış olduğunu söylemişti. Eğer bu doğruysa, kız açık etmemek için oldukça kararlı davranıyordu. Kız okullarında olgunlaşan duruşu Tesla'yı etkilemişti. Çok zengin ve buna rağmen tatlıydı da.
Ama ne yazık ki inci küpeler takıyordu; Tesla neredeyse dişlerini gıcırdatmaya başlayacaktı. Onunla konuşmak için can atıyordu ama inciler bunu olanaksız kılıyordu. Belki Robert ona gelecekte bir ipucu verme nezaketinde bulunurdu. Elisabeth Malbury'ye sorarsanız Anne o kadar el bebek, gül bebek büyütülmüştü ki hep bir çocuk olarak kalmıştı. Ama Tesla'nın da bu konuda söyleyecek bir şeyleri vardı. Ona göre genç kız pek yakında kozasını yırtacak gibi duruyordu. Dönüşümünü izlemek gerçekten de ilginç bir şey olurdu.
Anladığı kadarıyla, J. Pierpont Morgan'ın kızı ile evlenmek için hemen bir atılımda bulunmazsa Johnsonlar kendisine rahat yüzü göstermeyeceklerdi. Paraya ihtiyacı olan bir mucit olarak durumun hassasiyetinin farkındaydı. Kendisine sırılsıklam aşık olan bu genç kadına cesaret verecek bir harekette bulunmamalıydı, bununla birlikte duygularını incitmemek için son derece diplomatik davranması gerektiğinin de farkındaydı.
Müzik biter bitmez hemen dikkatleri üzerine topladı. Son zamanlarda partilerde çevresi kuşatılıveriyordu. Tann vergisi bir hitabet yeteneğine sahip bu dahi ile konuşmak insanlar için oldukça cazip bir olaydı. Zengin insanların bilimsel eleştiriler getirmek gibi bir niyetleri yoktu, Tesla da buna karşılık onların sıkıntılarını dağıtıyor ve bu arada fantezilerinin uçuşmasının tadını çıkarıyordu.
O akşam çevresindekilerden izin istedi ve açık kalpliliğine hayran olduğu Marguerite'in yanına gitti. Performansı nedeniyle onu tebrik ettikten sonra patavatsızca, "Söyler misiniz bayan, neden siz de diğer hanımlar gibi elmaslar ya da başka mücevherler takmıyorsunuz?" diye sordu.
"Bunun pek de bir tercih meselesi olduğunu söyleyemeyeceğim" diye karşılık verdi Margueritte, "ama doğrusu elmas alacak kadar param olsaydı da onu başka şeyler için harcamayı tercih ederdim yine de."
İlgiyle, "Peki paranız olsa nasıl harcardınız?" diye sordu Tesla.
"Kırlarda bir ev almayı isterdim, gerçi banliyölerden işe gidip gelmek pek de işime gelmezdi ama..."
Tesla samimiyetle gülümsüyordu. Mücevher istemeyen bu yetenekli ve büyüleyici kadına bayılıyordu. Kendisi de hiçbir zaman tek bir kravat iğnesi ya da köstekli saat takmış değildi.
"Ah, Bayan Merrington, milyonlarımı almaya başladığım zaman bu sorunu kökünden halledeceğim. Burada New York'ta büyük bir arsa alacağım, orada sizin için bir villa inşa ettireceğim ve çevresine ağaçlar diktireceğim. Bu sayede hem bir kır evinde oturuyor olacaksınız, hem de şehri terk etmek zorunda kalmayacaksınız."
Margueritte gülüyor ve içten içe bunun bir teklif olup olmadığını düşünüyordu. Ama Tesla bunları sadece laklak etmek için de söylemiş olabilirdi.
Mucidin yakın arkadaşlarından birinin söylediklerine bakılırsa, Margueritte sonradan Tesla'ya dokunabilmiş olan tek kadın olduğunu iddia edecekti. Arkadaşı buna pek de canı gönülden inanamamıştı. Tesla'nın Marguerite ya da herhangi bir kadınla yakın bir ilişkiye girdiğini gösteren hiçbir kayda rastlanmamıştır. Aynı sırdaş Anne Morgan'ın da kendisini Tesla'nın "kollarına attığını" söylüyordu. Ama ikisinin arasında da arkadaşlıktan öte bir ilişki olduğunu gösteren herhangi bir kanıt bulunamamıştır. Her ikisi de paralel yaşam tarzları seçmişlerdi. Anne kendi payına hayat dolu ve önemli bir kadın olmuştu. Adı birkaç ünlü erkekle beraber anıldıysa da, asla evlenmedi.
Toplumsal borçlarını ödemek için Tesla da New York "400"üne ve diğer daha önemsiz ölümlülere ziyafetler veriyordu. Hazırlanması ile bizzat ilgilendiği masalarda sadece kuş sütü eksik oluyordu. Hiçbir harcamadan kaçınılmıyordu ve avamdan tek bir kişi dahi davet edilmiyordu.
Böyle günlerin sonunda misafirlere tatlı olarak laboratuva-rında düzenlediği özel cambazlıklarını sunuyordu. Ertesi gün de gazetelerde en yeni kerametleri ile boy gösteriyordu. Bu gösterilere davet edilmeyen meslektaşlarını sinir etmek için bundan iyi bir oyun da düşünülemezdi hani.
Yine de hala kadınlara karşı ilgisizliği ağızdan ağıza yayılmaya devam ediyordu. Bir gün Fransız bir meslektaşı ile Paris'teki Cafe de la Paix'de otururken efsanevi Sarah Bernhart'ın da üyesi olduğu bir tiyatro topluluğu yakınlarında belirmişti. Aktris cilveli bir şekilde mendilini düşürüvermişti. Ani bir hareketle öne atılacak, yerdeki mendili sahibesine iade ettikten sonra Fransız bilim insanının hayret dolu bakışları arasında elektrik üzerine giriştikleri tartışmaya kaldıkları yerden devam edecekti.
İngiltere'de yayımlanmakta olan bir bilim dergisi Electrical Review'de dahi kendisini paylayan uzun bir yazı yayınlanacaktı: "Mr. Tesla, Venüs'ün oğlu şehvet tanrısı Cupid'in oklarından kendisini kurtarabilir ama bizim kuşkularımız devam edecektir. Biz kendisine hayranız ve bir gün onun da doğru yolu bulacağından eminiz. Kadınlara duyduğumuz güven bir gün onun da karşısına talihini döndürecek bir hanımefendinin çıkacağına inanmamızı sağlıyor; onun her açıdan hassas duygularına olduğu kadar dehasına da uygun bu hanımefendinin karşısında bir gece vakti saat ikide nerede olduğunu açıklamaya çalışırken düşünebiliriz Tesla'yı... Bu sıra dişiliğin nedeni her ne olursa olsun, bu durumun ortadan kalkacağını ve genel olarak bilimin, özelde de Mr. Tesla'nın, böyle bir evliliğin sonucunda daha da zenginleşeceğini umuyoruz."
Abesle iştigal eden bu yazıyı kaleme alan işgüzar elbette ki kehanetinin gerçekleştiğini hiçbir zaman göremeyecekti. Ama Tesla'nın bilim ve teknoloji hayatının zenginleşmesi dileği sonuçta onu hayal kırıklığına da uğratmayacaktı çünkü Tesla zaten baştan aşağı sıra dışı olan kariyerinin en sıra dışı dönemlerinden birisine girmek üzereydi.
Tesla'nın talihini açacak bu olayın ilk belirtisi George Wes-tinghouse ile bir telefon görüşmesi yapacak olmasıydı. Şaşırtıcı olduğu kadar harika haberleri vardı Westinghouse'un. Tesla bavullarını apar topar hazırlayıp Niagara Çağlayanı'na giden ilk trene atlayacaktı.
9. ALT YOL, ÜST YOL
Kısa bir döneme neredeyse 'bu kadarı da fazla' dedirtecek kadar çok başarı sığmıştı. Yıllardan beri Edison ve Lort Kel-vin'in alternatif akımın tehlikeleri hakkındaki korkunç iddiaları ile sarsılan Niagara Komisyonu en sonunda, Ekim 1893'de Ni-agara'ya ilk iki jeneratörü kurma şerefinin -kendisinin de tahmin ettiği gibi- Westinghouse firmasına verildiğini duyurmuştu.
Amerikan endüstrisini çok uzun bir süredir ikiye bölen şiddetli akımlar savaşı en sonunda Tesla'nın AC sisteminin ve Westinghouse'un azminin zaferi ile sonuçlanmıştı. Bu sonuca varılmasında hiç şüphesiz ki Chicago Fuarı'ndaki eşsiz görsel şölenlerinin katkısı büyüktü.
Gazeteler ve mühendislik dergileri Tesla'yı selamlıyorlardı. New York Times onun Niagara Şelalesi girişimini olanaklı kılmak gibi "asla unutulmayacak" bir şerefe ulaştığını yazıyordu. Bu başarı dünya basınında da geniş yer kaplıyordu. Montenegro Prensi onu 'Kartal Nişanı' ile onurlandırıyordu. AIEE ise onu Elliott-Cresson madalyasına layık görmüştü. Ve yüce gönüllülüğü tutan Lort Kelvin onun "elektrik bilimine herkesten daha çok katkıda bulunduğunu" söylüyordu.
Pek yakında alternatif akım New York'ta da tramvayların çalıştırılmasında, buharlı trenlerin elektrikle çalışır hale getirilmesinde, hatta Edison'un alt istasyonlarında kullanılmaya başlanacaktı.
Buna karşın Tesla ve Westinghouse mağlupların saldırılarına maruz kalmaya devam ediyorlardı. Şirket açılan yirmi dava ile uğraşmak zorunda kalmıştı -ki bunların arasında yüksek mahkemenin daha önce karara bağladığı bir dava da vardı. Hepsinden de Westinghouse kesin bir zaferle ayrılacaktı. Onlar da General Electric ve diğerleri hakkında zabıt tutturmuş ve bunda da başarılı olmuşlardı. Ama bunca dava kamuoyunun aklını karıştırmaya ve geride mutsuz insanlar bırakmaya başlıyordu. Bir zamanlar Tesla'yı övmekle bitiremeyenler şimdi onu yerden yere vuruyorlardı.
Sonradan AIEE'nin genel başkanı olan ve o dönemi yakından takip eden B. A. Bahrend sahneyi şöyle tanımlıyordu: "Bilgisiz insanlar daima bir uçtan bir diğer uca sürüklenir dururlar. Tesla'yı, aşırı övgü ile halk kahramanı ve kurbanı yaratacak şekilde kutsayan bu adamlar, şimdi de onu en acımasızca alaya alanlar arasına katıldılar."
Bahrend bunda melankolik bir derinlik buluyordu:
"Nikola Tesla'nın mühendislik mesleği ile iştigal edenlerden ve halktan gördüğü bu nankörlük ve adaletsizlikten sonra içinde bulunabileceği durumu tasavvur dahi edemiyorum."
Sırtından bıçaklanmaktan ve boş atışmalardan usanan Tesla, New York'a dönecekti. Artık her zamankinden de fazla kararlıydı, zamanını iyi değerlendirecek ve kendini tümüyle beklemekte olan yarım düzine kadar araştırmaya verecekti.
Yüksek voltaj ekipmanları ile sınırsız olanaklar sunan etkiler elde edebilmeyi başarmıştı. Yapay şimşeği yaratarak yalnızca hava durumunu kontrol edebilmekle kalmayacak, telsiz enerji naklini de olanaklı kılacaktı. Ve bu da dünya çapında bir yayın ağı kurma çalışması ile çakışan bir sonuç olacaktı.
Konik bir bobin sayesinde bir milyon volta yakın bir gerilim elde etmeyi başardığında sevindirici sonuçlar birbiri ardına gelmeye başlamıştı. Yüksek
voltaj elde edebilmek için her seferinde daha büyük bir ekipman kurmak zorunda olmadığını, iyi bir tasarımla nispeten küçük ve yoğun bir transformatörle de aynı sonucu elde edebileceğini hissediyordu içten içe. Bu onda bir saplantı halini almıştı ama tek problem de bu değildi.
Olağandışı bir deney bilimin en temel yasalarını hiçe saydığında Tesla keyifli bir şekilde deneyi sonuna kadar götürüyordu. Bazen de oldukça sıra dışı sonuçlar doğuyordu bundan.
Akımın vakumdan iletilmesini sağlayan radyo tüpünün ilk elektronik aygıt olduğu söylenebilir. Bunun ilk örneği Edison tarafından 1883 yılında icat edilen vakum lambadır. Edison Efekti adı ile anılan bu icadı Edison, Sir William Preece, J. A. Fleming, Tesla, Elihu Thomson ve J. J. Thomson gibi bilim insanlarına devretmiştir. J. J. Thomson bu fenomenin negatif elektriğin, ya da elektronların sıcak elementten soğuk elektroda geçmesi sureti ile oluşan emisyon ile ortaya çıktığını düşünmüştü.
Yayınlanan radyo sinyallerini algılamaya çok elverişli olduğunu düşünen Tesla, vakum tüplerini geliştirmeye 1890'ların ilk yıllarında başlamıştı. Daha sonra yanında tam zamanlı olarak bir cam üfleyicisi çalıştırmaya başlayacak ve radyo araştırmalarında ve ışık üretiminde kullanacağı binlerce versiyon geliştirecekti.
Edison'un ve Preece'in çalışmalarını takip eden Fleeming, kullandığı hassasiyeti artırılmış kristal dedektörler ile Edison Efekti'ni radyo sinyallerini algılamaya başarılı bir şekilde uygulayabilmişti. 1907 yılında da Lee De Forest Fleeming'in diyodu-na bir elektrik şebekesi, ya da kontrol elementi ekleyerek -kendi deyimi ile- Audion'u icat edecek ve böylece modern elektronik bilimi yol almaya başlayacaktı.
Tesla da tüm bunlardan uzun bir süre önce elektrik yükünün gazlar içinde istenilen frekansta iletilebildiğini keşfetmişti.
"Frekans yeteri kadar artırılabildiği takdirde değişik bir dağıtım sistemi ortaya çıkacaktır ki bu gaz şirketlerini yakından ilgilendiren bir konudur. Metal borunun yalıtıcı, içine doldurulmuş gazın da iletken işlevi gördüğü bu sistem fosforlu ampulleri, belki de henüz icat edilmemiş aygıtları besleyebilir.
Aslında Tesla'nın tanımını yaptığı, mikrodalga transmisyonunun bir öncüsü idi.
Tesla, keşiflerinin çizdiği yolda en görkemli kavramlarından birini ortaya atacaktı; "dünyevi gece ışığı" yani tüm dünyayı ve onu sarmalayan atmosferi tek bir ışıklandırma gibi aydınlatmanın bir yolu. Teorisine göre, deniz seviyesinin çok üstlerinde bulunan gazlar, havası kısmen tahliye edilmiş tüpler içerisindeki gazlarla benzer özellikler sergiliyordu. Bu sayede de mükemmel bir yüksek-frekans akım iletkeni işlevi görebilirlerdi. Bu fikir yıllar boyu kafasının içinde dönüp dolaşacaktı. Bunun, dar deniz geçitlerinin ve hava alanlarının geceleri daha güvenli olmasının sağlanmasında kullanılabileceğini düşünüyordu. Ya da sokak lambalarına gerek, kalmadan şehirler aydınlatılabilirdi. Tek yapılması gereken doğru bir şekilde atmosferin yüksek
tabakalarına, on bin kilometre, belki de daha az bir yüksekliğe yüksek-fre-kanslı akım aktarılması idi. Bu yüksekliğe akımı nasıl verebileceği sorulduğunda bunun aslında pratik açıdan zor olan bir işlem olmadığını söylüyordu. Asla pratikte test etmeden yöntemlerini ifşa etmezdi ve bu projesi de finansman yokluğu nedeni ile rafa kaldırılacaktı.
Gazeteciler de onu sorgulamaktan ve spekülasyonlar yaratmaktan geri kalmıyorlardı. Bazıları moleküler bombardıman tüplerini uzaya ultraviyole ışın demetleri göndermek için kullanacağını, havayı uzak mesafelerde iyonize edeceğini ve onu her türlü yüksek voltajı iletebilecek bir hale getirmeyi planladığını öne sürüyorlardı. Bu sayede istediği yüksekliğe kadar uzanan bir yüksek frekanslı akım gönderebileceği iletken bir yol elde edebileceğini savunuyorlardı. Sonradan büyük (ve kötü talihli) dünya-yayın kulesi Long Island'da inşa edildiğinde, üst platformunun bir dizi ultraviyole lamba alabilecek şekilde tasarlandığı görülecekti. Ama bunun amacı hiçbir zaman öğrenilemeyecekti.
Tesla daha sonra hem dünyayı, hem de atmosferin üst tabakalarını elektrik iletkeni, aradaki hava tabakasını da yalıtkan olarak kullanmayı tasarladığı projesinden söz etmeye başlayacaktı. Bu kombinasyon devasa bir kondansatör meydana getirecekti, yani elektriği depolayan ve boşaltan bir araç elde edilmiş olacaktı. Dünya yüzeyi elektriklendiği zaman yüksek hava tabakası da indüksiyon yolu ile şarj olacaktı. Yerküre dolan ve boşalan bir Leyden Jar'a dönüşecekti. Hem yerkürede, hem de yüksek hava tabakasında akım dolaşması atmosferi aydınlatacaktı. Ama Tesla akımlarını yüksek hava tabakasına nasıl göndermeyi tasarlıyordu, bunu bilemiyoruz.
1892'de Londra'da verdiği seminerlerde sevecenlikle, henüz yeni icat etmiş olduğu çok duyarlı ve tipik bir vakum tüpü açıklamaktaydı. Yüksek frekanslı akımın etkisi ile bu tüpten elektrostatik ve manyetik etkilere garip bir şekilde hassasiyet gösteren bir ışın yayılacaktı. Bu tüp ile ilginç deneyler yapma fırsatını yakalamıştı.
Ampul doğrudan tek bir tele bağlı bulunduğunda ve çevresinde kendisine yakın hiçbir nesne bulunmadığında, Tesla ampule yaklaşarak ışının ampulün zıt yanına gitmesini sağlayabiliyordu. Ampulün çevresinde dolaşmaya başladığında da ışının hep zıt yöne doğru kaçtığını görüyordu. Bazen de ışın ampulün çevresinde çılgınca dönmeye başlıyordu. Küçük bir mıknatıs sayesinde, mıknatısın konumu ile dönüşün hızını azaltıp çoğaltabiliyordu. Ama mıknatısa en duyarlı olduğu noktada elektrostatiğe daha az duyarlılık gösteriyordu. Işında görülebilir bir tepki yaratmadan elinin tek bir kasını dahi oynatamadığını fark etmişti.
Tesla bunun, ışının her yöne eşit şekilde yayılmasını engelleyen camdaki bir eğrilikten meydana geldiğine inanıyordu. Heyecanla bu aracın güç sahalarının doğasını araştırmada çok büyük faydalar sağlayabileceğine inanıyordu.
"Eğer uzayda ölçülebilir bir hareket meydana geliyorsa, bu araç sayesinde tespit edilebilir. Bu, atalet ve sürtünmeden bağımsız bir ışık demetidir" diye düşünüyordu.
"Bunun telgrafta da faydalı uygulamaları olabileceğini zannediyorum. Böyle bir araç sayesinde Atlantik'in ötesine istenilen süratte mesaj gönderilebilir çünkü duyarlılığı o derece yüksek bir seviyede ki, en ufak bir değişiklikten dahi etkilenecektir. Akıntıyı daha yoğun ve dar bir hale getirebildiğimiz takdirde sapmaları fotoğrafa dahi kaydedilebilecektir."
Seminere şöyle bir yorumla nokta koyacaktı; "Bunun mucizevi yanı şudur ki, mevcut bilgi ve deneyim çerçevesinde dünyanın elektrostatik ve manyetik durumunu etkileyebilecek ve hiçbir şey değilse bile, zekayı tespit edebilecek bir deneme daha önce hiç yapılmamıştı..."
Buna karşılık küçük tüpü, uzak mesafelerde meydana gelen elektriksel değişiklikleri, ya da radyo sinyallerini tespit edebilecek bir yapıda değildi. Bu bir merak konusu olarak kalacaktı. Tesla bunu bir dedektör olarak kullanmayı denediğinde, labora-tuvar çalışması dışında kullanışlı olmadığını görecekti.
Ama bugün pek az şey bilinen biyolojik olaylarla bilimin ilgilenmeye başlaması ile birlikte Tesla'nın ilginç vakumu yeni bir ilgi odağı haline gelebilir. Örneğin, bedendeki otonomik fonksiyonların kontrolünde bio-geribesleme tekniklerinde uygulanabileceği düşünülebilir. Ya da belki de, gizemli Kirlian etkisinin anlaşılmasında kullanılabilir. Tesla bobininin yüksek-fre-kans voltajlarıyla eşgüdümlü kullanılan Kirlian fotoğrafçılığı tekniği ile insan aurası üzerindeki bilimsel ilgi de yoğunlaşmıştır. Tesla'nın 1890 yılındaki araştırması göstermiştir ki, yüksek frekanslı akımlar, süper iletkenlik fenomenine benzer bir şekilde, iletken maddelerin üzerlerinde ya da yüzeye çok yakın bölgelerinde hareket etmektedir. Kirlian fotoğrafçılığı ile elde edilen halelerin de, yaşam formlarını çevreleyen bir çeşit "taşıyıcı alan"ın modülasyonu sonucunda ortaya çıktığı öne sürülmektedir. (Akupunktur noktalarının da bu tip enerji alanları ile bağıntılı olduğu düşünülebilir.)
New York'a döndükten sonra Tesla neredeyse bir münzevi hayatı yaşamaya başlamıştı. Ancak en yakın dostları onu labo-ratuvardan alıp çıkarabilecek bir toplumsal bağ işlevi görebiliyordu. Gece yarısı eğlenceleri ve şovları sona ermişti. Robert ve Katharine Johnson onun için endişelenmeye ve sürekli çalışmanın ve eğlenceden bu denli uzak durmanın çöküntüye yol açabileceği konusunda onu uyarmaya başlamışlardı.
Katharine için de 1893 kışı, bu çok alıştığı yoldaşı olmadan geçmek bilmiyordu. Buz gibi bir ocak günü, bir jestine cevap olarak Tesla bir demet çiçek yollamıştı. Tesla Profesör Crookes tarafından kaleme alınmış bir makaleyi gönderebilecek kadar kendisine zaman ayırabilmişti. Yazı Crookes radyometresi üzerineydi. Bu, içindeki hava tahliye edilmiş, bir ampul içinde dönen ve ısı ile çalışan bir değirmendi ve Tesla'ya göre "dünyanın en güzel icadı"ydı.
Bilim ilgilendiği konuların başını çekmese de Katharine bundan çok etkilenmiş ve memnun olmuştu. Fırtınalı bir şubat gecesi Robert'le birlikte şöminenin karşısında oturuyorlar ve sıkılıyorlardı. O an Katharine eline kalemi kağıdı alarak Tesla'ya bir not yazdı ve ulağı ile yolladı: "Bu fırtınalı günlerde neler
yapıyorsun Allah aşkına? Biz bu akşam, mesela saat 9'da ya da akşam yemeği için saat yedide bir Allah'ın kulu gelip, bizi neşelendirme lütfunda bulunur mu acaba diye düşünmekteyiz. Ateşin karşısında oturup duruyoruz, gerçi çok rahatız ama iki bizim için çok küçük bir sayı. Kafa dengi olması için sayının mutlaka üçe çıkması gerekiyor, hele hele 'yurdumda' kar yağıyorken. O harika makine hazır durumda mı ve sen de yarın o fotoğrafçıların, flaşların, Juno'nun ve tüm o diğer tanrı ve tanrıçaların curcunası için hazır mısın bakalım? Gel de anlat bize biraz. Seni 7'de ya da 9'da bekliyoruz." Ama ne yazık ki makine hazır durumda değildi ve Johnsonlar, en az Katharine kadar Robert da, hayal kırıklığına uğrayacaklardı.
Daha sonraları, 1894 baharında ise, Tesla'nın deneyleri Johnsonlar'ı, Joseph Jefferson'u, Marion Crawford'u ve Twa-in'i laboratuvarına davet edip, "bedenlerinin içinden yüksek-voltaj kıvılcımları geçirecek" ve gazlı tüp lambaları ile çekilecek ilk fotoğraflara poz verdirecek denli ilerlemişti.
Bütün hayatını bilime adamış olmasına karşın, Johnson'un Century dergisine ünlü Sırp şair Zmaj Jovanoviç üzerine bir makale yazabilecek vakit de bulabilmişti. Ertesi bahar da, yine aynı derginin sayfalarında, kendisinin gözde kahramanı Luka Fili-pov hakkında yazdığı bir makalesi yayımlanacaktı.
Aynı yıl daha ileri bir tarihte (30 Eylül 1894), New York 77-mes'dan John Foord'a kendi elektrik teorisini açıklayan ve bununla birlikte elektrik lambalarında enerjinin yüzde doksanının boşa harcandığı, gelecekte ne telli, ne de telsiz enerji nakline gerek kalacağı fikrini savunan bir makale verdi. "Bu odanın ortasında bir makine yapabilecek kadar" diyordu, "ve bu makinenin başka bir şeyle değil, çevremizde hareket halindeki enerji ile çalıştığını görebilecek kadar uzun yaşamak istiyorum."
Hayatının bu en verimli döneminin aynı zamanda en mutlu dönemi olduğunu tahmin edebilmek için müneccim olmaya gerek yok. Yaklaşan felaketin izleri henüz hayatını alt üst edemiyordu.
Hala aynı tabelada, aynı duyurunun yazılı olduğu eski püskü Gerlach otelinde kalıyordu; antetli bir kağıda, alacalı bulacalı hitap şekliyle Katharine'in yemek davetini en sonunda kabul ettiğini, şöyle yazmıştı:
"Delmonicolar'daki yemek dahi benim için fazla hızlı bir hayat tarzını ifade ediyor ve öyle sanıyorum ki, basit alışkanlıklarımdan vazgeçmek durumunda kalırsam şiddetli bir azap içinde kalacağım. Bunun tek çıkar yolunun davetleri geri çevirmek olduğunun farkındaydım ama öyle sanıyorum ki, -East Hampton'a yapmayı planladığınız kamp gezisine de katılamayacağımı göz önüne alırsak- pek yakında, sizlerin yarenliğinden aldığım büyük zevk benim için bir hayal dahi olamayacaktır. İşte bu nedenledir ki, her türlü muhtemel tehlikeye göğüs gererek ve bunun bilincinde olarak, bu akşamki yemek davetinizi kabul etmek yönünde karşı konulamaz bir arzu duyduğumu sizlere bildirmek isterdim. Her türlü neşenin ve bunları takip edebilecek her nevi hüznün farkında olarak, her zaman..."
1894 Temmuzunda East Hampton'daki Katharine'den kendisini "umutla bekleyen nazik arkadaşlarına böylesi düş kırıklıkları yaratıcı, soğukkanlı telgraflar" gönderdiği için azarlayan cilveli bir mesaj alacaktı. Ayrıca şunları da eklemişti sözlerine: "Benim 'yurdumda' hiç kimse, kendilerini kazandığı onurları ile mutlu etmesini bekleyen arkadaşlarına karşı bu kadar acımasız davranmaz. Ama bunca nazik ve mutlu bir kişi bir arkadaşı reddedemez, ancak onun da kendisi kadar bahtiyar olmasını dileyebilir. Bu kişi'ye benim 'yurdumda' dost denilir." İma ettiği onurlar Columbia Üniversitesi'nden aldığı 'doktor' unvanı ve Sırp Kralı'nın kendisine bahşettiği St. Sava Nişanı idi.
Kısa bir süre sonra Katharine her zamanki taktiğini değiştirecek ve Tesla'yı, beyefendi arkadaşlarından birinin daha davetli olduğu bir yemeğe davet edecekti. Ama Tesla'nın kesin (ve belki de ihtiyatlı) yanıtı değişmeyecek, davetlinin herkesin seveceği bir bayan, örneğin Miss Merington, olması halinde fikrini değiştirebileceğini bildirecekti.
Bir yaz ve arkadaşlarını hemen hiç görmediği bir kış daha geçmek üzereydi. Yoğun bir tempo ile ve kararlılıkla çalışmaya devam ediyordu, zaman zaman deneyleri hiç umulmadık yönlere sapıyordu ama böyle zamanlarda da gülümseyerek, Lort Ray-leigh'ın uzmanlaşma hakkında verdiği açık tavsiyesini hatırlıyordu.
Sonra birdenbire felaket kamçısını şaklattı. 13 Mart 1895 sabahı saat 2:30'da, 33-35 South Fifth Avenue'daki laboratuvarın-da yangın çıkmıştı. İçinde bulunduğu altı katlı bina yerle bir olmuştu, hasar ölçülemeyecek denli büyüktü. Kendisinin ve asistanı Kolman Czito'nun büyük emek sarf ederek yaptıkları deney aletleri bulundukları dördüncü kattan ikinci kata inmişler, erimiş hurda metal yığınına dönmüşlerdi.
Hiçbir şey sigortalı değildi. Olsa bile kayıpları telafi edilemezdi. Bir milyon doların bile deneylerinin sonuçlarını geri getiremeyeceğini söylüyordu. Omuzları çökmüş, bitap ve üzgün bir halde sabahın ilk ışıklan ile birlikte laboratuvarından artakalanların yanından ayrılacak ve nereye gittiğini, zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden, düşünmeden soğuk New York sokaklarını arşınlamaya başlayacaktı. Johnsonlar telaşla onu sık sık gittiği yerlerde aramaya koyulmuşlardı.
Dünyanın dört bir yanından gazeteler trajediyi duyuruyorlar-dı: "Bir yaşam boyu süren çalışmanın meyveleri kül oldu." "Dahinin alın teri silindi gitti." Londra'da yayınlanmakta olan Elect-rical World en büyük kaybın mucidin bedensel çöküşü olduğunu yazıyordu. New York Sun'dan Charles A. Dana ise en büyük takdiri dile getiriyordu: "Nikola Tesla'nm laboratuvarının içindeki harikalarla birlikte meydana gelen yıkımı, kişisel bir felaket olmaktan çok uzaktır. Bu, bütün dünyanın talihsizliğidir. Şu kadarını söylemekle kesinlikle abartmış olmayacağız: Bu dünya üzerinde yaşayanlar arasında bu genç beyefendi kadar insanlık için önemli olan kişilerin sayısı bir elin parmakları, belki de tek bir parmağı kadar azdır."
Radyo, telsiz enerji nakli ve güdümlü taşıtlar ya da sonradan X ışınları olarak anılacak efektler konusunda ve endüstri için büyük önem taşıyacak sıvı oksijen
konusundaki çalışmalarında geldiği noktayı, ancak yakın asistanları bilebiliyorlardı. Muhtemelen ilk kattaki benzin nedeniyle çıkan yangın sırasında bütün binanın patlamasına yol açan da bu maddeydi.
En sonunda, yangının ertesi günü Katharine tarafından kaleme alınan duygusal bir mektup Tesla'ya kadar ulaşabilecekti. Onu her yerde aradıklarını ve bu "telafi edilemeyecek kaybı" yaşarken ona destek olabilmeyi umduklarını yazıyordu.
"Sanki yer yarıldı da içine girdin... Lütfen seni görmemize izin ver ki bu korkunç düşünce zihinlerimizden şilinsin" diye yalvarıyordu. "Bugün bu felaketin boyutlarını daha içten idrak ettim ve gittikçe artan endişem nedeniyle, sana mektuplarla ile-temeyeceğim gözyaşlarımı dökmekten bitap düştüm, sevgili dostum. Neden hemen bize gelmiyorsun -belki sana yardım edebilirdik, sana destek olamayacak kadar şefkatten yoksun olduğumuzu düşünme..."
Davetlerini yanıtsız bırakan bu garip adamın hayatını ve mutluluğunu bu kadar çok etkilemesi onun için sorun değildi.
10. YANLIŞ BİR KARAR
Tesla ününe rağmen iflasın eşiğine gelmişti. Sahip olduğu tüm birikimini yanan laboratuvardaki araştırma gereçlerine yatırmıştı. Amerika'daki alternatif akım patentlerinden hiç telif hakkı alamıyordu. Westinghouse'dan aldığı maaş da kesilmişti. Tek gelir kaynağı çok fazlı motor ve dinamolar için Almanya'dan gelen telif hakkı ücretiydi, bu da laboratuvarını yeniden kurmasına yetmiyordu.
İçine düştüğü duruma rağmen yılmayacaktı. Araştırmalarının detayları zihninde kayıtlı olduğuna göre bu felaket her şeyin sonu değil, ancak bir gerileme olabilirdi.
Yardımına Uluslararası Niagara Komisyonu finansörü Ed-ward Dean Adams yetişti. Adams mucidi daha önceden tanıyor ve dehasına hayranlık duyuyordu. Adams Tesla'ya, araştırmalarına devam edebilmesi için 500 bin dolar sermayeli bir şirket kurmayı ve 100 bin dolarlık hisse hibe etmeyi teklif etti. Başlangıç için mucit 40 bin dolar alacaktı.
Tesla labotuvar için uygun yeri bulmakta gecikmedi. East Houston Sokağı 46 numarada bulduğu yere hemen telefon bağlattırdı ve kaybettiği makineleri sağlamak için Westinghouse ile görüşmeye başladı.
Westinghouse'un Pittsburg merkezinin yöneticisi Albert Schmid'e şunları yazmıştı: "Eğer olanaklarınız ölçüsünde mümkün olan en kısa zamanda gerekli olanları gemiye yüklerseniz büyük lütufta bulunursunuz... Lütfen hemen elinizdeki en küçük döngüsel çift fazlı transformatörün boyutlarını bildiriniz..."
Ertesi gün, araştırmalarına, özellikle de uluslararası çekişmenin çoktan başladığı telsiz, ya da radyo araştırmalarına devam edememenin verdiği
ıstırapla kargonun normal nakliye ile değil en pahalı ekspresle gönderilmesini isteyecekti.
Genel başkan ve genel müdürden ekipmanların gemiye yüklendiğine dair ve ücretlerin elden geldiğince düşük tutulacağına dair güvence almıştı. Ayrıca Tesla, arada sırada, makinelerini gösterilerinde kullanmasının onlar için iyi bir reklam olacağını da hatırlatıyordu.
Bu hassas dönemde Tesla'nın hayatına önemli bir kişi girecekti. Bilim Akademisi'ndeki semineri için hazırlanırken kendisine fener slaytları ve katot tüpleri sağlayan George Scherff adında hevesli ve yeni bir asistanla tanışmıştı.
Başta sekreterliğini yapmakta olan Scherff zamanla finansman ve hukuk danışmanlığı, muhasebecilik, büro yöneticiliği, hissedarlık, yoldaşlık, dostluk ve sıkışık dönemlerde genelde güvenilir bir borç kaynağı olma gibi sorumluluklar yüklenecekti. İyi ve kötü zamanlarda hep amade olan Scherff, Tesla'nın en sadık ve en vazgeçilmez elamanı olmuştu.
Scherff fazla mesaiden, cimri ödüllerden ve patronunun düşüncesiz davranışlarından hiçbir zaman şikayet etmiyordu. Scherff den Tesla'yı zor durumdan kurtarabilmek uğruna kendi ailesine yüz çevirmesi istense buna bile katlanabilirdi. Kendisinin her zaman için sadık görevli Mr. Scherff olarak kalacağı ve hiçbir zaman sosyal bir eş muamelesi görmeyeceği gerçeğini sorgulamaya yeltenmiyordu. Tesla'ya tam anlamıyla tapıyordu, onun hakkında herkesten daha çok şey biliyordu ve söz konusu olan onun kişisel sırları ise mühürlenmiş dudaklarla mezara gitmeyi tercih ederdi. Eğer büyük bir adamın arkasında sadık bir dost aranacaksa, akla ilk gelecek isim George Scherff'dir.
Bu arada pek çok kişi neden bu başarılı erkeğin de arkasında bir kadının olmadığını düşünüp hayıflanmaya devam ediyordu. Önemli kişilerin ülkenin selameti için üremeleri gerektiği düşünülüyordu. Tesla'yı evlenmeye zorlayanlar arasında sadece bulvar gazetelerinin yazarları yoktu. Bilimsel içerikli dergiler de bu kervana katılmışlardı.
Tesla bu konudaki röportajlarında gazetecileri atlatmada uzmanlaşmıştı. Konuyu sürekli bu yana çekmeye çalışan bir muhabir saatler sonra bitkin düşerek pes etmek zorunda kalıyordu. Ama zaman zaman laboratuvarındaki yangını hatırlaması ile do-nuklaşan gözlerine hüzün veren başka bir sorunu olduğu da anlaşılıyordu.
"Korkarım" diye söze başlayacaktı Tesla bu tür sohbetlerin birinde, "bu akşam size pek neşeli bir konuk olamayacağım. Çünkü bugün az kalsın ölüyordum."
Makinelerinden birinden neredeyse 3.5 milyon voltluk bir şok yemişti.
"Kıvılcım bir metre öteden atladı ve beni sağ omzumdan çarptı. Bu beni allak bullak etti. Asistanım akımı anında kesme-seydi bu benim sonum olabilirdi. Sol göğsümde elektriğin çarptığı yerdeki acayip yarayı gösterebilirim size. Sağ ayağımdaki çorap da elektriğin akıp gittiği yerde yandı, kül oldu. Elbette akımın hacmi çok küçüktü, aksi takdirde bunun sonu kesin bir ölüm olurdu."
Edison'un AC'nin tehlikelerini anlatan kampanyası nedeniyle kazanın etkilerini küçümsüyor olması da ihtimal dahilinde.
Muhabir kıvılcımların ne kadar uzaklığa atlayabileceğini sormuştu.
"Makinelerimden laboratuvanmm bir ucundan diğer ucuna sıçrayan kıvılcımlar çıktığını gördüm, yani sözgelimi on-on beş metre. Aslında bu mesafe sınırsızdır, yalnız bir metreden sonrasını takip edemezsiniz, çok hızlı akıp gider... Evet otuz kilometrelik bir şimşek yaratabileceğimden eminim ve bu da bana pek pahalıya patlamayacaktır."
Kendisine laboratuvarında çalışırken sık sık kazalar meydana gelip gelmediği sorulduğunda, "Hayır, çok nadiren. Yılda ortalama bir kere falan. Ve hiç kimse makinelerim yüzünden ölmedi. Ekipmanımı yaparken hiç kimseyi öldürmeyecek olmasına dikkat ederim. Laboratuvarımın iki yıl önce yanması başıma gelen en büyük kazaydı. Kimse bunun benim için ne kadar büyük bir kayıp olduğunu tahmin edemez" cevabını verecekti.
Bir an düşündü. Ve üçüncü bir kişiyi anlatır gibi verimli bir mucidin asıl üzüntü kaynağının ne olduğunu anlatmaya başladı.
"Birçok fikir birbirini kovalar zihninde, o ancak bunların pek azını uçup gitmeden yakalayabilir ve bunların arasından da daha azını mükemmelleştirebilecek zamanı ve gücü bulabilir hayatında. Bu o kadar sık olur ki başka bir mucit onun çıkaramadığı fikirleri ondan önce doğuruverir. Ah, size söyleyeyim, işte bu durum dostumuzun kalbini gerçekten sızlatır."
Laboratuvarı yandığında havayı yeni bir yöntemle sıvılaştırmak için geliştirdiği aletinin de onunla birlikte kül olduğunu söylüyordu. "Başarının eşiğindeydim ve aylarca süren gecikmenin sonunda Alman bir bilim insanı problemi çözmüş olacaktı..."
Onu ticari açıdan büyük önem taşıyan sıvı oksijen konusunda geride bırakan Linde idi. Tesla elektrik kablolarının yapay yoldan yalıtılmasında kullanılacak bir soğutma yöntemi üzerinde çalışıyordu.
"O günlerde o denli kederli ve umutsuzdum ki kendi kendime uyguladığım ve beni yeniden hayata döndüren elektrik tedavisi olmasaydı ayağa asla bir daha kalkabilecek olduğuma inanmıyorum. Gördüğünüz gibi elektrik yorgun bir bedene tam da ihtiyaç duyduğu şeyi veriyor; yaşama gücü, dayanma gücü. O büyük bir hekim, belki de hekimlerin en büyüğü."
Sık sık keyifsiz olup olmadığı sorulduğunda ise, "Pek sık denemez herhalde... Sanata eğilimli insanların şevkleri onları çoğunlukla, bir gökyüzüne fırlatır, bir yerin dibine geçirir. Ama özünde, diyebilirim ki, çok mutlu bir hayatım var, tasavvur edebildiğim hayatların en mutlusu" karşılığını verecekti.
Araştırmaları sırasında yaşadığı muazzam heyecanı şu sözlerle anlatıyordu: "Bir mucidin, beynindeki bir varlığın bir başarıyı ortaya çıkarmak üzere olduğu
sırada hissettiklerini gölgede bırakabilecek boyutlarda bir esrimenin daha olabileceğine inanmıyorum insanın yüreğinde... Böylesi bir duygu insana, yemeyi, içmeyi, uyumayı, dostları, aşkı her şeyi ama her şeyi unutturur."
Bu şekilde muhabiri, adeta planlı bir şekilde, bir sonraki soruya çekmişti: Peki, "sanatçı yaradılışına sahip insanlar için" evliliğin uygun olduğuna inanıyor muydu?
Tesla etraflıca düşündü.
"Bir ressam için, evet; bir müzisyen için, evet; bir yazar için, evet; ama bir mucit için, hayır. Çünkü bu ilk üçünün ancak bir kadının verebileceği ilhama ihtiyaçları var, aşkları onları daha büyük eserlere yöneltmeli; ama bir mucidin vahşi, arzulu nitelikteki doğası çok yoğundur ve aşkını bir kadına yönelttiği takdirde bilime verebileceği hiçbir şeyi kalmaz. Sanmıyorum ki, anabileceğimiz çok sayıda evli barklı mucit olsun."
Bunun iki kere evlenmiş olan Edison'a bir gönderme olup olmadığı konusunda ise yorum yapmaktan kaçınıyordu.
Biraz duraksadıktan sonra da bekarlığı konusunda neler hissettiğini açıklamak için, sonradan muhabirin çok dokunaklı diye niteleyeceği şu sözleri sarf edecekti: "Bir yandan da üzücü bir durum bu çünkü zaman zaman kendimizi çok yalnız hissederiz."
11. MARS'A DOĞRU
Katharine'den gelen mektuplar hem karmaşık duygularını, hem de Tesla'ya duyduğu bitmeyen ilgiyi ele veriyordu. Bugün içerdikleri mesajları tam olarak anlamak güç. Coşkulu bir üslupla kaleme alınmış bu yazılar bazen tam bir aşk mektubuna dönüşmek üzereyken yarıda kesiliyor. Ancak Tesla'nın onu cesaretlendirecek bir davranışta bulunmadığını tahmin etmek pek de zor değil.
3 Nisan 1896 tarihinde, Tesla'yı evlerine davet edecek ve bir gün önce karşılaştıklarında gözüne pek de sağlıklı görünmemiş olmasına rağmen yine de kendisini eğlendirebileceğine inandığını "ve çocukluk günlerine dönmek" istediğini anlatan bir not gönderecekti. Paskalya yortusunun gelip çattığını söylüyordu. "Hep büyük değişiklikler gerçekleşeceği zaman bunu bilip bilemediğini merak ederdim" diyordu. "Baharın yaklaştığını biliyor musun? Eskiden bu bana neşe verirdi, şimdi ise hüzünlendiriyor. Kaçmaktan yorgun düştüğüm pek çok şeyi ifade ediyor bu bana... kopmalar, ayrılıklar. Ben de senin gibi hep aynı doğrultuda gidebilmeyi, hep söylediğin gibi, ara vermeden kendi hayatımı yaşayabilmeyi isterdim. Bu yaşadığım hayat kime ait bilmiyorum ama benim hayatım olmadığından eminim. Görüyorsun ya, yarın akşam gelmelisin."
Johnsonlar o yazı Maine'de geçirmişlerdi ama Tesla'dan ayrı kalmak Katharine'in kederini perçinlemiş, onun sağlığı için duyduğu endişeyi artırmıştı.
"Bir hata yapıyorsunuz sevgili dostum, hem de ölümcül bir hata" diye yazıyordu. "Değişikliğe ve dinlenmeye ihtiyacınız olmadığını düşünüyorsunuz. O kadar yorgunsun ki neye ihtiyacın olduğunu dahi bilemiyorsun..."
Bu sıcak mektuplara karşılık Tesla ona muzip mektuplar yazıyor ya da aklına geldikçe çiçek yolluyordu. Belki de tehlikeli sularda seyrettiğini hissediyordu. Robert da onun arkadaşıydı ve Katharine'i seviyordu da. Ama en azından kendi hisleri için endişelenmesine gerek yoktu. Zayıf düştüğü tek bir anı dahi hatırlamıyordu.
Johnson'la genellikle din, şiir konularında yazışıyorlardı. Acaba Tesla Century'nin Mayıs sayısı için ünlü bir ressama poz vermeyi kabul eder miydi? Tesla zaman zaman "Sevgili Lu-ka"ya, hala kendisini sevdiği için duyduğu minneti anlatan coşkulu mektuplar da yazardı.
Kendisi ateşli bir mümin olmasa da, Tesla dinin insanlar için biçilmiş kaftan olduğunu düşünürdü. Kaygılarının dayanılmaz bir hal aldığı ve sermayeyi kediye yüklediği bir dönemde Budiz-me merak sarmıştı. Budizmin ve Hıristiyanlığın geleceğin en önemli dinleri olacağına inanıyordu. Bu nedenle Johnson'a Budizm hakkında bir kitap göndermiş ve şu yanıtı almıştı: "Bay Şövalye: Bu taraklarda beziniz olduğundan hiç haberim yoktu ama şimdi bu kitabı okuduktan sonra sizin hakkınızda her zaman olduğundan daha sık düşünmeye başlayacağım; sizi temin ederim bu kırk yılda bir anlamına gelmiyor."
Birkaç gün sonra Johnsonlar onu yine yemeğe davet ettiklerinde onlara, şakayla karışık, seçkin insanlara olan zafiyetini dile getiren şu cevabı yollayacaktı: "Eğer misafirleriniz (sıradan ölümlüler) varsa gelmeyeceğim. Eğer Padewski, Röntgen ya da Mr. Anthony varsa geleceğim. Lütfen cevaplayınız."
O yıl Noel, ailesindeki neşeye karşın, belki de bu sebeple, Katharine için pek de mutlu geçmemişti. Kendisini kapana kısılmış hissediyordu. Kocası ve çocukları kendisini seviyorlardı ve içinde bulunduğu sosyal çevreyi seviyordu ama ona hayatının önemli bir bölümü elden gidiyormuş gibi geliyordu. Yavaş yavaş yok oluşunu izlemek için yaşamaya değer miydi?
Noel'in ertesi günü Tesla'ya şunları yazmıştı:
"Sana güller için defalarca teşekkür etmeyi denedim. Karşımda o kadar harikalar, o kadar güzel kokuyorlar ki... Sana yazarken hep atılımlar yapmam ve hep kendimi zorlamam gerekiyor çünkü söylemek istediklerimi bir türlü ifade edemiyorum. Geçen akşam kaba davranmak istemedim. Sadece hayal kırıklığı içindeydim. Seni çok özlüyorum ve bunun böyle devam edip edemeyeceğini düşünüyorum. Senden daha ne kadar ayrı kalabilirim? Yine de seni iyi, mutlu ve başarılı görmek beni memnun ediyor. Yeni yıl için tüm dileklerim seninle."
Tesla da tipik bir şekilde cevap verirken tansiyonu esprilerle düşürmeye çalışıyordu. Ama bunu yaparken de fazlasıyla acımasız olmayı başarabiliyordu. "Bir gün önce senden çok daha tatlı ve etkileyici olan kız kardeşini gördüm"
gibi uygun olmayan sözler sarf edebiliyordu. Sonra da çok sevdiği işinin başına dönüyordu umursamadan.
1893 yılında radyo alıcı ve vericileri üzerine verdiği ve gerekli altı temel ekipmanı açıkladığı seminerlerinden sonra, laboratu-varı ve New York'un belirli yerlerindeki istasyonlar arasında işletilebilecek düzeneği kuracaktı. Adams'tan aldığı para ve Westing-house'dan gelen destek sayesinde bayağı ilerleme kaydetmişti.
Gerekli patentleri almadan önce Electrical Review'a başarılı denemeler yapıldığını bildirecekti. Ama yayınlanan raporda genel ve sakınımlı bir dil tercih edilmişti: "Bir verici ve uzak noktalarda, akım ve menzil göz önüne alınmadan, bu vericiden yayınlanan sinyallere duyarlı elektrikli alıcılar kurulmuş bulunuyor. Ve bu işlem şaşırtıcı derecede az enerji ile uygulanmıştır."
Tesla, Houdson Nehri üzerinde bir teknedeki alıcı ile labora-tuvarından gönderilen sinyalleri yakaladığı bir deney yapmıştı. Tekne Houdson sokağındaki yeni laboratuvarından yaklaşık kırk kilometre uzaklıktaydı ve bu Tesla'nın aletlerinin kapasitesinin bir bölümüydü sadece.
Gerekli patent başvurularını 2 Eylül 1897 tarihinde yaptı ve bunlar da 1900 yılında onaylandı. Sonradan patentler hakkında Marconi ile mahkemede uzun bir çekişmeye giriştiler. Ama yasal haklarının çiğnendiğine ilişkin dava açan taraf bu defa Tes-la'ydı.
1898 yılında güdümlü taşıtların radyo dalgalarıyla uzaktan kumanda edilmesi üzerine patent bürosuna başvuracak ve onay alacaktı. Bu konu telsiz iletisinin potansiyel ve mükemmel bir uygulamasını da barındırıyordu bünyesinde. Tesla radyo ya da otomasyondaki bu büyük ilerlemeyi kamuoyuna ayrı ayrı değil, bir arada duyurabilmek için sabırsızlanıyordu.
Bir yıl önce, Niagara Şelalesi enerji şebekesinin devreye sokulması ve GE'nin enerji nakil hatlarının inşasını tamamlaması dolayısıyla yaptığı konuşmada, artık sıranın en büyük düşü olan "istasyondan istasyona tel kullanılmadan enerji nakledilebilme-si" projesine geldiğini söylemişti. Davetli kodamanlar -mühendisler, sanayiciler ve iş adamları- bu konuşmayı karışık duygular içinde dinlemişlerdi. Bu deli dahi, daha hatların yapımı yeni bitmişken ve tam da kar edilmeye başlanacağı sırada bunların tarihe gömüleceğini söylüyordu. Ama pek yakında gazeteler dünyanın dört bir yanında, Tesla'nın kırk kilometre uzaklığa enerji ve sinyal gönderebilmekle kalmadığım, aynı zamanda bunu telsiz yapabildiğini duyurmaya başlayacaklardı.
Ve Tesla kendinden o kadar emindi ki, kısa bir süre içerisinde Mars'la iletişimin sağlanabileceğini iddia ediyordu.
Electrical Review'da da Mr. Tesla'nın, bugüne kadar ulaşılabilen mesafelerden daha büyük bir alanda elektrik akımı iletebi-len bir alet geliştirdiği ve bu sayede akımın, atmosferin yoğun olmadığı ve üretilen belirli akımı rahatça iletebildiği rakımlarda belirlenecek bir terminale iletilebileceği duyuruluyordu. "Uzak bir noktada ve yaklaşık olarak aynı seviyede kurulacak ikinci bir terminal akımı
çekecek, alacak, bu akımı dağıtım ve kullanım için geliştirilecek aygıtlarla yeryüzüne nakledecektir."
Önceden yapılmış tüm tasarımları gölgede bırakacak bir ekipman kurmuştu. Çeşitli boyut ve türlerde bobinler, ya da yüksek frekans transformatörleri üretmişti. Bunların arasında harika bir tasarım örneği olan ve milyonlarca voltluk elektromo-tiv enerjisi üretebilecek düz-spiral bir rezonant transformatör de vardı.
Bu tip bir ekipmanın sınırsız olanaklar sağladığını düşünmekteydi: Mars'a Chicago'ya gönderir gibi bir mesaj yollanabi-lecekti. "Mümkün olan gerilimin önünde pratikte hiçbir engel olmadığını düşünüyorum" diye yazıyordu Electrical Review'da, "Bu alandaki çalışmalarım sonunda elde ettiğim sonuçların en önemlilerine ulaşmıştım. Bunlardan bir tanesi, normal koşullar altında mükemmel bir yalıtkan olan atmosferik havanın, bu tip bobinlerle üretilebilen yoğun elektromotiv enerji akımları söz konusu olduğunda iyi bir iletken olabildiği idi... Hava o derece iletken oluyordu ki tek bir terminalden kaynaklanan deşarj yoğunlaşmış atmosferdeymişçesine serbest yayılabiliyordu. Bir başka olgu da, hava yoğunlaştırıldığında ve elektriğin gerilimi artırıldığında iletkenlik kalitesinin çok hızlı yükseliş göstermesi idi. Sıradan akımların aktarılmasına olanak vermeyen barometrik basınç oranlarında dahi bu bobin tarafından üretilen akımlar bakır bir teldeymişçesine rahat akabiliyorlardı."
Böylece atmosferin yüksek seviyelerinde yüksek miktarlarda elektrik enerjisinin istenilen uzaklığa gönderilebileceğini ispatladığını söylüyordu. Bu arada en az bunun kadar önemli bir gerçek üzerinde durduğunu da fark etmişti: birkaç milyon voltluk enerji deşarjları atmosferik nitrojende güçlü çekimler ortaya çıkmasına, oksijen ve diğer elementlerle birleşmesine neden oluyordu. "Bu enerji o kadar güçlü ve bunun gibi güçlü deşarjlar o kadar ilginç davranıyor ki, zaman zaman atmosferin alev alabileceği -dehşet verici bir olasılık- korkusuna kapıldığım da oldu. Bunu üstün bir zeka gücüne sahip olan Sir William Crookes da daha önce fark etmişti. Böyle bir felaketin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini kim bilebilir ki?"
Elektrik rezonansı Tesla'nın orijinal fikri değildi. Lort Kel-vin de daha önceden kondansatör deşarjının matematiksel potansiyellerini hesaplamıştı ama Tesla bu eşitliğe yeniden hayat vermiş ve uygulamaya koymuştu.
Electrical Review'da 1889 yılında yayımlanan ve Tesla'nın gökyüzünde yangın çıkarmaktan korktuğunu açıkladığı makalede mucidin üzerinde çalıştığı aletle birlikte çekilmiş fotoğrafları da yayımlanmıştı. Birisinde yaklaşık sekiz milyon voltluk bir gerilim ile uzak mesafelere havadan elektrik enerjisi gönderme deneyleri sırasında elde edilen olağanüstü bir şimşek görülebiliyordu. Bir diğerinde ise mucit elinde 1.500 mumluk bağlantısız bir ampul olduğu halde poz vermişti, fotoğraf da bu ışık kaynağı ile çekilmişti. Frekansın saniyede milyonlara ulaştığı hesaplanıyordu.
Bir üçüncüsünde ise Tesla'nın elinde gururla tuttuğu, uzaktaki bir osilatörden yayılan dalgalarla beslenen ve kendi bedeninin kapasitesine ayarladığı bir
bobin vardı. Elektrik çarpmasından korunmak için bobini yoğun titreşimin çok az hissedildiği birleşim noktasından tutuyordu. Güçlü parıltılarla aydınlanan bobinin taşıdığı gerilim yarım milyon volta ulaşıyordu.
Bu olağanüstü ve ürkütücü serinin en sonuncusu şu manşetle yayımlanmıştı: "Bu deneyde operatörün osilatöre doğrudan bağlantılı olan bedeni yüksek bir gerilimle yüklenmiştir. Fotoğrafta belirli bir büyüklükteki kalay levhanın uç noktasında elle tutulan iletken çubuk görülebiliyor. Operatör durağan elektrik dalgasının üzerinde ve çubuk ile levha çevrelerinde olağanüstü bir hareket halindeki hava sayesinde parıldıyor. Laboratuvarı aydınlatmakta olan bir vakum tüp, tavanda oldukça yüksekte olmasına karşın, operatörün bedeninden yayılan dalgalardan etkilenerek ışıldıyor."
Tesla böyle sihirbazlıklara bayılıyordu ama kendisini şov yapmakla ve yararlı bir aygıt geliştirememekle suçlayanlara verilecek bir cevabı da vardı. Elbette ki bu sihirler daha sıradan meyveler de verecekti. Elektrikli rezonans ve kusursuz eşzamanlı devreler sayesinde nitrojen havadan ayrıştırılabilecekti. Bu yolla büyük değere sahip suni azotlu gübre üretilebilecekti. Ayrıca güneşte olduğu gibi yayılım gösterecek ışık çok daha ekonomik yollardan üretilebilecek ve asla patlamayan lambalara hapsedilebilecekti.
Düşleri ütopikti: İnsanlar açlıktan ve ölesiye çalışmaktan kurtulacaklardı, dünya çapında iletişim kolaylaşacaktı; ve sonuncu olarak da o diğer gezegenlerde de insanlara benzer yaşam formlarının varolduğuna inanıyordu. Marslılar'ın "istatistiki bir gerçeklik" olduğunu düşünüyordu.
Bu arada, fazla karmaşık şeyler düşünmeyi sevmeyen arkadaşlarının hayatı da doğal akışında ilerlemekteydi. Katharine dokunaklı ve iğneli bir mektup göndermişti; arkadaşlarını sürekli reddetmekten vazgeçmesini tembihleyip bir partiye davet ediyordu Tesla'yı. Johnsonlar'ın çocukları serpiliyordu ve Katharine onların kendisine ihtiyaç duymadığı bir günün geleceğini sezinleyebiliyordu. Zaman hızla akıp gidiyordu ve yaklaşan ölümün ayak sesleri onu ürkütüyordu: "Milyonları, cafcaflı unvanları, Waldorf'u ve Fifth Aveneu'yü bir yana bırak" diyordu, "bu tek unvanı olan sıradan ve basit insan için büyük bir zayıflık."
Tesla labaratuvarından çıkacak ve partiye gelecekti. Düzenlenen parti eski günleri geri getirir gibi olmuştu. Ama laboratu-varın çağrısı onu yine çekecekti. Tesla uzun bir süredir, Mark Twain'in de eğlence ve sağlık için düzenlenmiş bir deneyde üzerine çıkmasına izin verdiği mekanik vibratörler üzerine çalışmaktaydı. Bir keresinde neredeyse umulmadık etkiler yaratmanın eşiğinden dönmüştü.
1898 yılında bir gün küçük bir elektromekanik osilatör üzerine çalışırken bunu, tüm iyi niyetiyle, laboratuvarının tam merkezinden bodrumun tabanına dek uzanan demir bir sütuna bağlamıştı.
Düğmeyi çevirip iskemlesine kurulmuş ve ortaya çıkacak tüm etkileri not etmek üzere eline bir defter almıştı. Bu makinelere hayrandı çünkü titreşim her seferinde biraz daha arttıkça atölyesindeki eşyalarda bir rezonans etkisi
belirmeye başlıyordu. Örneğin mobilyalardan biri titremeye, sarsılmaya başlıyor, daha sonra diğerleri de bu dansa birer birer katılıyorlardı. Frekans arttırılınca her şey bir an için duruluyor ama neden sonra dans kaldığı yerden, bu defa çok daha çılgınca olmak kaydıyla, devam ediyordu.
Tesla'nın farkında olmadığı şey tabana doğru giden demir sütun boyunca güçlenerek ilerleyen rezonansın Manhattan'ın altyapısını dört bir yandan titretmeye başladığıydı. (Normalde depremler merkez üslerinden biraz uzaklıkta daha şiddetli hissedilirler.) Binalar kıpırdanmaya başlamıştı, camlar sarsılıyor ve yakınlardaki İtalyan ve Çin mahallelerindeki insanlar sokaklara akın ediyorlardı.
Tesla'yı zaten mimlemiş olan Mulberry Street'teki Emniyet Müdürlüğü kısa bir süre içinde şehrin başka hiçbir yerinin depremden etkilenmediğini öğrenecekti. Derhal deli mucidi kontrol etmek üzere iki polis memuru görevlendirilecekti. Bu arada Tes-la binayı titretmeye başlayan sarsıntının henüz farkına varmamıştı. Ama kısa bir süre içinde o da duvarlarının ve yerin titremeye başladığının farkına varacaktı. Buna hemen bir son vermesi gerektiğini bildiğinden eline geçirdiği ilk balyozu osilatö-rün tam tepesine indirecekti.
Mükemmel bir zamanlamayla, iki polis memuru tam da o anda içeri dalmıştı. Tesla da onları başıyla nazikçe selamlayacak ve şunları söyleyecekti:
"Üzgünüm beyler. Hemen ve pek de alışık olmadığım bir şekilde yarıda kesmek zorunda kaldığım deneyimi izleyebilmekten sadece birkaç saniye ile mahrum kaldınız... Fakat eğer akşama doğru uğrayabilirseniz üzerinde durabileceğiniz bu platforma yeni bir osilator bağlayacağım. Bu deneyimi çok ilginç ve heyecan verici bulacağınıza eminim. Fakat ne yazık ki şimdi sizi geçirmem gerekiyor çünkü yapacak çok işim var. İyi günler beyler."
Muhabirler laboratuvarına akın ettiklerinde ise onlara istese Brooklyn Köprüsü'nü bile yerle bir edebileceğini söyleyecekti.
Yıllar sonra bir çalar saatten daha büyük olmayan bir osila-törle gerçekleştirdiği deneylerden söz edecekti Alan L. Ben-son'a. Vibratörü altmış santim boyunda, beş santim kalınlığında bir çelik halkaya takmıştı. "Uzun bir süre hiçbir şey olmadı... Ama nihayet... koca çelik halka titremeye, bir kalp gibi açılıp kapanmaya başladı ve en sonunda koptu!"
"Bunu bir balyozla başaramazsınız" diye açıklayacaktı muhabire. Ama bir bebeğe bile zarar vermeyecek sürekli tıklamalar yapabilmişti.
Bu başlangıçla şevklenen Tesla koltuğunun altına sıkıştırdığı osilatör ile yapımı henüz tamamlanmamış çelik bir bina bulmak üzere dolaşmaya başlayacaktı! Wall Street bölgesinde on katlı çelik konstrüksiyonlu bir inşaat görecek ve vibratörü kirişlerden birine iliştirecekti.
"Birkaç dakika içerisinde kirişin titremeye başladığını hissedecektim. Yavaş yavaş titremenin yoğunluğu arttı ve tüm inşaatı kaplamaya başladı. En sonunda yapı gıcırdamaya ve bükül-meye başlamıştı. İşçiler deprem olduğunu sanmış ve
iskelelerden aşağı atlamıştı. Binanın yıkılacağı söylentileri yayılmaya başlamış polis birlikleri yola çıkmışlardı. Ciddi bir sonuç doğmasına mahal vermeden vibratörü cebime attığım gibi uzaklaştım oradan. Eğer on dakika daha fazla işler halde bıraksaydım tüm yapı yerle bir olacaktı. Aynı vibratörle Brooklyn Köprüsünü bir saatten kısa bir süre içerisinde yerle bir edebilirdim."
Hepsi bu kadarla da kalmıyordu. Dünyayı da aynı şekilde ikiye bölebileceğini söyleyerek Benson'ı dehşete düşürecekti. Onu "bir elma gibi ikiye bölebilir, insan ırkının sonunu hazırlayabilirdi. Dünyanın titreşimlerinin bir saat kırk dokuz dakikalık bir periyot ile seyrettiğini söylüyordu. "Yani, dünyaya şu anda vurduğum takdirde küçülen bir dalga, genişleme formunda, bu kadarlık bir süre sonunda aynı yere geri gelecektir. Aslında dünya da tüm cisimler gibi sürekli titreşim halindedir. Sürekli daralan ve genişleyen.
"Şimdi tam küçülmeye başladığı anda bir ton dinamit patlattığımı düşünün. Bu küçülmeyi hızlandıracak ve bir saat kırk dokuz dakika sonunda eşdeğerde hızlanmış bir genişleme meydana gelecektir. Genişleyen dalga geri çekilmeye başladığı anda bir ton dinamit daha patlattığımı düşünün, bu da küçülme dalgasını biraz daha hızlandıracaktır. Ve bu işlemin art arda tekrar edildiğini düşünün. Bunun doğuracağı sonuçlardan kuşku duyabilir misiniz? Aklınızda şüpheye hiç yer olmasın. Dünya ikiye ayrılacaktır. İnsan, tarihi boyunca ilk defa olarak kozmik gidişata müdahale edebilmenin bir yolunu bulmuş oluyor!"
Benson, dünyayı parçalamak için ne kadar zamana ihtiyaç duyacağını sorduğunda ise alçakgönüllülükle şu yanıtı verecekti: "Aylar sürer. Bir ya da iki yıl geçmesi gerekebilir. Ama birkaç hafta içerisinde dünya öyle büyük bir titreme ile sarsılmaya başlayacaktır ki nehirler yataklarından fırlayacak, binalar yerle bir olacak, yeryüzü yüzlerce metre yüksekliğe çıkıp düşecek, bu da uygarlıkları ortadan kaldırmaya yetecektir. Vatandaşları rahatlatacak şekilde iddiasını sonradan değiştirecekti. İlkenin şaşmaz olduğunu söylüyordu ama dünyada mükemmel bir rezonans yaratmak da olanaklı değildi.
Çoğunlukla olduğu gibi Tesla'nın basına yaptığı açıklamalar basit gösteriş düşkünlüğü olarak değerlendirilecekti. Ama yine çoğunlukla olduğu gibi araştırması kusursuzdu. "Telejeodina-mik" adını verdiği yeni bir bilim dalı üzerine çalışmaya başlamıştı ve önemli sonuçlar elde edecekti. Aynı titreşim ilkesinin, denizaltı ve gemi gibi uzaklardaki nesneleri saptamak için kullanılabileceğini fark etmişti. Mekanik titreşimler ile dünyanın titreşiminin birlikte kullanılarak maden ve petrol rezervlerinin nasıl ortaya çıkarılabileceğini bulmaya çalışıyordu. Modern yeraltı araştırma tekniklerinin temeli de böylece atılmış oluyordu.
Tesla, O'Neill'in, daha önce şiddetli bir deprem meydana gelmiş bir bölgeye yerleştirilecek ciroskop bataryalarının yeryüzünün içinde düşük seviyelerde rezonans yaratacak şekilde eşit aralıklarla vuruşlar yapması ile katmanlar üzerindeki baskının azaltılabileceği ve bu sayede ciddi depremler yaşanmasının engellenebileceği teorisini destekliyordu. Bugün sismologlar bu varsayımları yenilenen bir ilgi ile gözden geçirmeye başladılar.
12. ROBOTLAR
1898 yılında Edison ve Tesla kendilerini, sıradan insanları en sıradışı buluşlarla etkilemeye çalıştıkları kıyasıya bir çekişmenin içinde bulmuşlardı. Haberler San Francisco'ya kadar yayılmıştı. "Edison düşüncenin fotoğrafını çekebildiğini duyurdu. Tesla da güneş ışınlarını kullanarak çalışan bir makine yaptığını. Bu icadın halen deney aşamasında olduğu söyleniyor ancak mucit başarısızlık olasılığının sıfır olduğunu da sözlerine ekliyor. Güneş ışınlarından enerji elde ettiğini öne sürüyor. Bu enerji de elektrik üreten bir buharlı makineyi çalıştırıyor."
Tesla'nın güneş enerjisi istasyonu olarak kullandığı odanın tavanı camla kaplıydı. Asbest ve taştan bir yatağın üzerinde kalın camdan devasa bir çubuk vardı. Çevresinde de güneşin ışığını yansıtacak şekilde asbestle kaplı aynalar vardı. Söylediğine göre sistemin tek karmaşık yanı, daima gizli bir kimyasal işlemden geçirilmiş su ile dolu olan silindirin içiydi.
Özel kimyasal işlem sayesinde bütün gün boyunca güneşin ışınları ile kolayca ısınan su buhar makinesini işletmeye başlayacaktı. Bu da evlere ve fabrikalara -bulutlu günler için depolamaya yetecek kadar- elektirik üretecekti.
Bu kadar basit bir sistem geliştirdiği için yine kendisiyle alay edileceğini zannettiğini söylüyordu. Daha sonraki deneyler tersini gösterdi ama Tesla bu enerjinin üretim maliyetinin en alt seviyeye çekileceğini ve olası jeneratör kazalarına karşı bataryalarda bir yıllık enerji ihtiyacının depolanabileceğim iddia ediyordu. Bu sistem sayesinde "insanlar, hayatları pahasına yerin altına girerek, buharlı makineleri ancak kısa bir süre için çalıştırabilecek kömürü çıkarma zahmetinden kurtulacaklardı. Gerçekten de güneş enerjisi ile çalışan motorun, hem kömür, hem de diğer yakıtlarla çalışan motorun yerini alacağına inanıyordu. İcatlarını çalışan makineler haline getirmek, çoğunlukla yalnız çalışmayı tercih eden ve yeni fikirlerin istilasına kapılıp giden Tesla için gittikçe daha büyük bir sorun oluşturmaya başlıyordu. Bu durum yeni vakum tüp fotoğrafçılık ışıklarında da yaşanıyordu.
Robert Johnson'a şunları yazmıştı: "Fotoğrafçılık için güneşten daha iyi bir ışık kaynağına sahip olduğuma inanıyorum ama bunun üzerinde çalışacak vaktim yok..." Gizemli yeni ışığının maharetlerini göstermek amacıyla aktör John Jefferson'un birkaç fotoğrafını çekmişti. (Fosforlu ışıkla ilk fotoğrafları çekmesinden beş yıl önce.) Bu, New York Times'da şu sözlerle duyurulacaktı: "Eğer Nikola Tesla'nın vakum-tüpler üzerine fikirleri sağlam temeller üzerine oturuyorsa, fotoğrafçılık bundan sonra güneş ışığına muhtaç kalmayacak demektir." Electrical Revi-ew'da bunun vakum tüpler konusunda daha önce hiç araştırılmamış bir gelişme olduğunu bildiriyordu. Tüpün desteğinde çekilen fotoğraflar gazetelerde boy boy yayınlanmışlardı. Ama daha sonra uzun bir süre bu konuda pek ses çıkmayacaktı.
Başka pratik icatlar aklını çeliyor, onu üzerinde çalışmak istediği temel araştırma konusuna eğilmekten alıkoyuyordu. Ge-orge Westinghouse hararetle kendisinden "alternatif akımı basit ve ekonomik bir yoldan sürekli DC akıma çevirecek bir aygıt" geliştirmesini istiyordu. Pittsburglu sanayicinin akımların
dönüştürülmesini istemesinin temel nedenlerinden biri de elektrikli tren sahasına atılmak istemesiydi. Tesla cevaben bu konu üzerine kafasını fazlasıyla yorduğunu ve elinde bu amaca hizmet edebilecek bir değil birden çok aygıt olduğunu ve hepsi için de büyük bir talep olduğunu yazacaktı.
İkna olmuştu ve AC/DC ile çalışan trenlerle güvenli bir şekilde saatte iki yüz mile varan hızlarda seyahat edilebileceğini duyuracaktı. Her zaman olduğu gibi, bu iddiası da tüm halkın olduğu kadar meslektaşlarının da dikkatini hemen bu konu üzerinde toplayacaktı. Westinghouse, Tesla ile konvertörlerinden biri için kontrat imzalamıştı. Bu arada Tesla'ya icadının daha gelişmiş modelleri için de peşinen 6 bin dolar vermişti. Bu sıralarda Tesla'nın eline pek fazla para geçmiyordu. Ama en azından borcu da yoktu.
Mayıs ayında Belçika Prensi Albert, ABD'yi ziyarete geldiğinde programına Tesla'nın laboratuvarını da dahil etmişti. La-boratuvarın kendisini "derinden etkilediğini" belirten Prens, mucidin de, görüştüğü Amerikalılar arasında üzerinde en çok etki bırakan kişi olduğunu sözlerine ekliyordu.
Asaletin erdemlerini asla göz ardı edemeyen Tesla da Wes-tinghouse'a bir telgraf çekerek prensi Pittsburg'daki evine davet etmesini önerecekti. Westinghouse da bunun harika bir fikir olduğunu düşünerek bu tavsiyeye uyacaktı. Daha sonra da birlikte Niagara Şelalesi'ndeki enerji şebekesini ziyaret edeceklerdi. Bu arada yayıncı William Randolph ulusu İspanya'ya karşı girilecek bir savaşa doğru ustaca kışkırtıyordu. İspanyollar'a, "nazik Küba halkına" acımasız davranışlarından dolayı medya-tik bir yaylım ateşi açmıştı. Maine savaş gemisinin Havana limanına doğru seyrederken esrarengiz bir biçimde batması da tüm ülkeyi intikam hırsına sürüklemek için bulunmaz bir fırsattı. Basının yaygarasına kapılan ABD Kongresi de İspanya'ya savaş ilan etmekte gecikmeyecekti.
Bu ulusal feveranın ortasında bir bahar akşamı, Tesla, John-sonlar ve kardeşleri Agnes ile yakışıklı deniz subayı Teğmen Richmond Pearson Hobson, Waldorf otelinde yemekteydiler. Bu, Johnson'ın kardeşi Agnes'in toplum içine ilk esaslı çıkışı ve Teğmen Hobson'ın Tesla'ya laboratuvarında son defa veda etmesi için bir fırsattı. Bu arada bir donanma sırrı hakkında konuşmaktaydılar. Tam o sırada içeriye, sunduğu kartvizitinde Philedelphia Press adına çalıştığı yazılı olan bir muhabir dalacaktı.
"Savaş gemileri ile yüz mil uzaklıktan haberleşmeyi olanaklı kılan bir telsiz geliştirdiğinizi duyduk Dr. Tesla."
"Bu doğru" diye cevapladı mucit, "ama size bunu ayrıntılarıyla açıklayamam. Şu kadarını söyleyebilirim ki eğer bu cihazlar gemilerimize avantaj sağlayacak bir şekilde kullanılabilirler-se ülkeme hizmet etmiş olmaktan gurur duyacağım."
"O halde kendinizi iyi bir Amerikalı olarak mı görüyorsunuz?" diye kurcalamaya devam etti muhabir.
"Ben mi, iyi bir Amerikalı mı? Ben daha bu ülkeyi görmeden iyi bir Amerikalı olmuştum. Hükümeti üzerine çalıştım, bazı vatandaşları ile tanıştım, Amerika'ya hayrandım. Buraya yaşamak için gelip yerleşmeden çok önce kalben bir Amerikalı idim ben."
Muhabir not almaya devam ettikçe Tesla da coşuyordu.
"Bu ülkenin bir insana sunduğu fırsatlara bir bakın! Halkı dünyanın herhangi bir yerindeki insanlardan bin yıl daha ileride yaşıyor. Büyük bir halk, açık fikirli, cömert. Bu ülkede ulaştığım başarıları başka hiçbir ülkede elde edemezdim."
Sözleri samimiydi. Bunların hepsi doğruydu. Amerikalı iş adamları tarafından atlatıldığı, kandırıldığı, akademisyenleri tarafından küçümsendiği, varsayımlarına gülünüp geçildiği zamanlar tamamen aklından çıkmış, silinmişti. Bu, eskidendi. Ama Madison Square'deki gösteriye hükümetin ilgisini çekmeye çalıştığı da doğruydu.
"Amerikan halkı yardım elini uzatmak ve kabul etmek için hiç tereddüt etmez" diye devam etti sözlerine. "Evet, ben olabilecek en iyi Amerikan vatandaşlarından birisiyim. Benim Birleşik Devletler Hükümeti'ne satılacak hiçbir icadım yok çünkü benim gözümde ihtiyaç duyacakları zaman istediklerini almakta ve kullanmakta özgürdürler."
Gerçi o sıralar esmer tenli ve yabancı aksanlı insanların Amerikalı olarak kolayca toplumsal kabul görebildiği günlerden değildi. Polis sokak ortasında dayak yiyen bir İspanyol asıllı Amerikalı görse olaya tersinden bakmayı tercih ederdi. Bazen "casuslar" yakalanıyor ve sınırdışı edilmek üzere içeri tıkılıyorlardı.
Mucit Tesla tüm bu karmaşanın ortasında çalışmaya ve sergi gününün gelmesini beklemeye devam ediyordu. Madison Squ-are Garden'daki gösteri ileri bir tarihe ertelenmişti. Demiryolları askeri donanımın nakliyesi için kullanılmaktaydı ve bilimsel malzemelerin gelmesi de bu nedenle gecikmekteydi. Daha büyük olayların gölgesinde kalan gösteri de gazetelerde çok küçük bir yer bulabiliyordu kendisine. Her şeyin üzerine havanın yağmurlu olması da tuz biber ekiyordu. Tüm bunlara karşın şovu izlemeye elli bin kişi gelecekti.
Radyo dalgaları ile kumanda edilen dünyanın ilk robot teknesi kendisinden beklenen çıkışı yapamamıştı. Bunun tek nedeni şovun üstüne askeri olayların gölgesinin düşmesi değildi. Tesla yanlış bir hesaplama yapmış, kamuoyuna bir kerede sindirebileceğinden fazlasını ikram etmişti. Telsizin gelişiminde ulaştığı nokta, modern radyonun ilk örneği yeterli bir malzemeydi. Ama aynı anda otomasyonun da sahnede belirmesi insanlık için biraz fazlaca büyük bir adımdı. 1898 yılında sergilediği modern güdümlü taşıtların ve silahların öncüleri, otomasyon teknolojisi ve robotlar dünyanın daha uzun yıllar boyunca kendini hazır hissedemeyeceği bir ilerlemeydi.
İcadın tüm kapasitesi gözler önüne serilmemişti çünkü Tesla donanmanın bunu bir savaş tekniği olarak kullanabileceğini ümit ediyordu.
"Ortaya konulmayan özelliklerden bir tanesi de" sonradan bilim yazarı Kenneth M. Sweezey'in keşfettiği gibi, "tamamıyla farklı frekanslardan oluşan çeşitli radyo dalgalarının bir kombinasyonuna tepki veren koordine bir ayar aygıtı sayesinde diğer araçların müdahalesini önleyen bir sistemdi. Bir diğeri ise geminin bakır güvertesi içine yerleştirilebilen antendi. Böylece anten görünmez olacak ve taşıt da tamamıyla su altına girebilecekti."
Mucit patentindeki temel fikirlerin dışındakileri açık etmemişti, keşiflerini korumak için başvurduğu bir yöntemdi bu.
Patentinin içeriğinde olup da Madison Square'dekilerin göremediği bir diğer özellik ise, mürettebata ihtiyaç duymayan bir torpido gemisinin ayrıntılarıydı. Pervaneyi döndüren bataryalı bir motor, dümen çarkını hareket ettiren daha küçük motorlar, piller ve elektrikli sinyalizasyon lambalarını çalıştıran ve geminin suda aşağılara inmesini ya da yukarılara çıkmasını sağlayan diğer motorlar ve piller. Altı adet 4 metrelik torpido yatay durumda iki sıra halinde dizilmişti, böylece bir tanesi ateşlendiğinde bir diğeri boşluğu anında dolduracaktı. Tesla böyle bir geminin 50 bin dolar civarında bir maliyetle inşa edilebileceğini bildirmişti donanmaya.
Bu tip bir gemi "tüm bir filoyu, düşman daha saldıranın kim ya da ne olduğunu anlayamadan bir saat içinde tahrip edebilirdi."
O sırada Avusturya'da bulunan Mark Twain, bu sözleri duyduğunda mucit dostuna şunları yazacaktı: "Şu söz ettiğin korkunç makinenin İngiltere ve Avusturya patent haklarını da satın aldın mı? Eğer aldıysan, İngiltere ve Avusturya hükümetlerinde tanıdığım önemli insanlar var, hemen onlarla bir pazarlığa oturabilirim. Almanya'da da tanıdıklarım var. Mesela II. Wilhelm."
"Avrupa'da bir yıl kadar kalmayı düşünüyorum.
"Burada, otelde, geçen gece bazı ilginç tipler Çar'a karşı ulusların birleşmesi ve silahlarını bırakmaya zorlaması gerektiğinden bahsediyordu. Ben de onlara bunun yırtılıp atılabilecek bir kağıt üzerindeki ateşkesten daha etkili bir yolu olduğundan bahsettim. Filoların ve orduların karşısında çaresiz kalacağı icatlar geliştirmek üzere bilim insanlarını harekete geçirin, onlar da savaşamayacak bir duruma düşsünler. Senin bu tip konu üzerinde, kalıcı bir ateşkesi pratik ve zorunlu kılacak icatlar üzerinde çalıştığını biliyordum.
"Çok meşgul bir adam olduğunu biliyorum ama beni arayabilecek kadar zaman ayırabilir misin acaba?"
Ama bu yaklaşım fazlasıyla ileri bir teknolojiye işaret ediyordu ve Amerikan savunma birimlerindeki görevliler bunun gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunu belirtiyorlardı. Bir tank içindeki milimetrik denizcilik manevralarını izleyen subaylar dahi çalışmanın gerçek savaş alanlarında kullanılamayacağını, henüz "laboratuvar deneyi" safhasında olduğunu ileri sürüyorlardı.
Tesla'nın Square Garden'daki gösterisi gelecek için çok şey vaat ediyordu. Ama diğer gösteriler de halkı oldukça etkilemişti. Marconi farkında olmadan bir Tesla osilatörü kullanarak, maden ocaklarının Marconi'nin telsiz telgraf sistemi ve "Küba dinamiti" ile nasıl havaya uçurulabileceğini sergilemişti. Edison da, baş belası haline gelecek, 'Manyetik Maden Cevheri Ayırt Edici'sini sergiliyordu.
New York Elektrik Cemiyeti'nin başkanı Pupin, Edison ve Marconi güçlü bir beyin üçlüsü oluşturuyorlardı. Ve telsiz telgrafın vaat ettiği ticari gelecek çerçevesinde, en az Tesla kadar hırslı bir şekilde bir araya gelmişlerdi. Diğer bir ortak özellikleri de üçünün birden Tesla'ya hınç besliyor olmalarıydı.
Bu arada Tesla kendisini uyaran muhasebecisi George Scherff sayesinde gerçek dünyaya dönecek ve paranın suyunu çekmek üzere olduğunu, hiçbir icadının henüz tam olarak tamamlanamadığını fark edecekti. Söylediğine bakılırsa insanların ihtiyaç duyacağı türden malzemeler vardı elinde aslında. Örneğin bir çeşit ısı işlemcisi olan Tesla Pedi doktorların ve hastabakıcıların işine yarıyordu ama bunun üzerinde de çalışması ve piyasaya sürülecek bir hale getirmesi gerekiyordu.
Ama bu tip şeyler üzerinde çalışacak zamanı nereden bulabilirdi ki?
1898 kışında yeniden Johnsonlar'la beraber sosyalleşmenin tadını çıkartıyordu ve katıldığı davetlerin sayısı da gitgide artıyordu.
3 Kasım tarihinde "Sevgili Kate"e yazdığı davet mektubunda şu sözler yer alacaktı: "Tüm o avam.tabakasına -davulcular, satıcılar ve Yahudiler- ve diğer kuyruklulara rağmen güzel bir gece geçireceğimizi umuyorum."
Kısa bir süre sonra Katharine'den bir davet alacak ve bir eş için önerisi olup olmadığı sorulduğunda da, tahmin edilebileceği gibi yine Marguerite'in adını verecekti.
Tesla'nın robot taşıtlar ile ilgili iddiaları kısa bir süre içerisinde bilim insanlarının saldırısına uğramaya başlayacaktı. Electrical Review'da "Tesla'nın Elektrikle Kontrol Edilen Gemileri Üzerine Bir Araştırma" başlıklı yazısında N. G. Worth kontrol mekanizmasının düşmanın kumandası altına da girebileceğine dikkat çekiyordu.
Tesla Century'nin editörü olan Johnson'dan bu tip yazılara tepki vermemesini istiyordu:
"Biliyorum ki, soylu bir insan, vefalı bir dostsun ve bunun gibi duyulmamış saldırılara karşı sen de bir şeyler söylemek isteyeceksin. Senden -hiçbir koşulda- böyle bir şey yapmamanı rica ediyorum, yoksa beni incitirsin. Bırak 'dostlarımız' ellerinden geleni ardlarına koymasınlar. Ben böyle olmasını tercih ederim. Bırak ileri geri konuşsunlar, büyük şeyler görebilenlerin gözlerine kum atsınlar, zaman eninde sonunda onları hak ettikleri şekilde ödüllendirecektir...
"Bu tip iddiaları benim emeklerimin meyvelerini toplayan Lort Kelvin, Sir William Crookes, Lort Rayleigh, Röntgen gibi insanların sözlerini kaynak göstererek kolayca çürütebilirim. Ama buna gerek görmüyorum çünkü saldırı muhatap alınamayacak kadar seviyesiz..."
1919 yılında, o zamanların ilk robotlarının teleotomatiğin gelişiminin başlangıcında önemli bir aşama oluşturduğuna inandığını yazıyordu. "Bir sonraki adım bunların kumanda merkezine çok uzak, görülemeyen otomatik mekanizmalarla kullanılmasıy-dı, o zamandan beri bu sistemin savaş teknolojisinde kullanılabileceğini savunuyordum... Şu an sahip olunan eksik donanımlı şebekelerle dahi bir uçağın telsizle kumanda edilebilmesi ve çok uzak mesafelerde operasyonlar düzenlenmesi mümkündür."
Kolej yıllarında düşündüğü uçak modellerinin mevcut olanlara hiç benzemediğini hatırlıyordu.
"Temel prensip doğruydu ama pratiğe geçirilemiyordu çünkü yüksek aktiviteji bir harekete geçiriciyi gerekli kılıyordu. Son zamanlarda bu sorunun üstesinden de gelmiş bulunuyorum, bu uçakların bugünkülerin yerini alacağına ve gelecekte barışın korunmasında çok önemli roller oynayacağına inanıyorum."
Gelecek için tasarladığı uçak mekanik olarak ya da telsiz yolu ile kumanda edilebiliyordu.
"Uygun düzeneğin kurulması ile bu tip bir füzenin fırlatılması ve tam hedeflenen bölgeye, bu binlerce kilometre ötesi de olabilir, düşürülmesi mümkün olabilecektir. Ama bu noktada da durmayacağız ve tamamen kendi zekası varmışçasına hareket edebilen ve bu özelliği ile bir devrim yaratacak teleotomatı da yapacağız."
Daha 1898 yılında sanayicilere "kendi başına karar verme yeteneğine sahipmiş gibi hareket edebilen" otomobiller üretme teklifini götürecekti. Ama teklifi "komik bulunmuş" ve sonuç vermemişti.
Robotların savaştan çok öte alanlarda, insanlığın yararına hizmet edebileceğine inanmaktaydı. Prude Üniversitesi profesörü B. F. Meissner'a o zamanki çalışmalarını şöyle anlatacaktı: "Tüm sahayı geniş bir açı ile idrak etmeye çalışıyor, kendimi uzaktan kumanda edilebilen mekanizmalarla sınırlamıyor, kendi zekasına sahip olacak makineler üzerinde de çalışıyordum. Çalışmalarımda ulaştığım noktaya baktığımda kendi zekasına sahip ve uzaktaki hiçbir iradeye tabi olmayan robotlar geliştirebileceğim zamanların uzak olmadığını düşünüyordum. Bu çalışmanın sonuçları ne tür pratik olanaklar sağlarsa sağlasın, mekanikte yeni bir çağın açılacağına inanıyordum."
Şöyle devam ediyordu: "Yukarıda bahsettiğim alanda üzerine eğildiğim noktanın basit düzenekli bir devre, bireyselleşmiş kumanda olduğuna dikkatinizi çekerim; yani bu sistem 1903 Mart'ında patentini aldığım değişik titreşim periyotlarından oluşan birden çok devrenin ortaklaşa çalışması mantığına dayanıyordu. Patent İnceleme Kurulu Başmüfettişi Seeley huzurunda sergilediğim makine de, Mekanizmaları Uzaktan Kumanda Etmenin Yöntem ve
Aygıtları patentimin onaylanmasından önce, bu sistem uyarınca çalışmaktaydı.
Swezey'nin 'yalnızca tamamen değişik frekanslarda radyo dalgalarına tepki veren birlikte çalışmaya uyumlu cihazlar' sözleri ile ima ettiği de buydu."
Yüzyılımızın son yarısında bilgisayar teknolojisi üzerine çalışmalar yapan mühendislerin patent alma arayışına girdiklerinde dosyalarda Tesla'nın adının çoktan yer aldığını görerek hayrete düşmeleri bu koşullar altında şaşırtıcı olmamalı. Leland An-derson da bir araştırma geliştirme çalışmasının nihayetinde elde ettiği sonuçlan bir bilgisayar şirketine patentleri alınmak üzere sunduğunda kendisine Tesla'nın uzun yıllar öncesinde bu alanı parsellediği gösterilen uzmanlardan birisiydi. Anderson şunları söylüyordu: "Messr'e layık görülen övgüleri Tesla'nın çok öncesinden hak ettiğini gördüğümde hayrete düşmüştüm. O, bilgisayarı olanaklı kılan transistörün ortaya çıkarılmasında Bratta-in'den de, Bardeen'den de, Shockley'den de önce geliyordu."
Onların patentlerinin de, Tesla'nın patentlerinin de iletişim alanındaki uygulamaları içerdiğine dikkat çekiyor. Patentlerde, VE'nin fiziksel bir varlığa bürünmesini sağlayan sistemler tanımlanıyordu. Bilgisayar sistemleri, VE'ler ve VEYA'lar denilen binlerce mantıksal döngü içerirler. Bilgisayarda gerçekleştirilen her işlem bu mantıksal birimlerin kullanılması yolu ile gerçekleştirilir.
Anderson, Tesla'nın 1903 yılında aldığı patentlerin mantıksal VE devre biriminin temel ilkelerini içerdiğini anlatıyor. "Komut olarak gönderilen iki ya da daha çok sinyalin eşzamanlı olarak aygıt birimine girdi yapması, aygıt biriminde üretilen bir çıktının elde edilmesini sağlıyordu."
Tesla'nın patentlerinde AC sisteminin, bugünkü bilgisayar teknolojisinde ise DC sisteminin kullanılıyor olmasına karşın, birlikte hareket eden sinyallerin komutlu kombinezonunun bir çıktı üretmesi ilkesi burada temel olarak açıklanıyordu.
"Bu nedenle" diye sözlerine devam ediyor Anderson, "Tesla'nın o dönemde uzaktan radyo dalgaları ile kumanda edilebilen silahları dış etkileşimlerden koruma sistemi için aldığı patentler bugün, modern bilgisayar çağında, temel mantıksal VE devre birimi üzerinde çalışanların herhangi bir patent almasını engellemektedir."
1956 Nobel Ödülü, birçok uygulamada elektronik tüplerin yerini alan transistör üzerine yürüttükleri çalışmalar nedeniyle John Bardeen, Walter H. Brattain ve William B. Shockley'ye layık görülmüştü. Tesla'nın bu alanda çok öncelerden beri öncülük yapmakta olduğu ise henüz yeni fark edilmekte olan bir konu.
Bugün askeri amaçlı RPV'ler -uzaktan kumanda edilen taşıtlar- olarak bilinen yeni teknolojide Tesla'ya borçlu olduklarımız konusunda Times dergisinde şu sözlere yer verilmişti:
"Aygıtların radyo ile kumanda edilmesi kavramının geçmişi bir zamanlar buna 'telsiz' adı verilen günlere kadar dayanıyor. Bu şehirde kırk yıl önce ilk defa düzenlenen elektrik fuannda Nikola Tesla bir tankın içindeki torpidoya manevralar yaptırmış ve onu infilak ettirmişti. Bunu pek kısa bir süre içerisinde, güvertesinde tek bir insanın dahi bulunmadığı gemileri, torpidoları ve diğer motorlu taşıtları radyo dalgalan ile kumanda edebilen bir dizi uluslararası mucidin çalışmaları izledi..."
Ama otomasyon çağını dünyaya takdim eden Tesla, insanlığın henüz hazır olmadığı bu alandaki çalışmalarını devam ettirebilecek kadar zamanı olmadığını hissedecekti. Fakat gözlerini daha büyük hedeflere dikmişti. New York'taki laboratuvarının da deneyleri için yeteri kadar güvenli bir yer olmadığını, ya da başka bir deyişle deneylerinin bu kalabalık şehir için fazla tekin olmadığını fark etmişti.
Akımlar Savaşı sırasında Tesla'nın ve Westinghouse'un haklarını savunan avukat Leonard Curtis'e şunları yazmıştı: "Bobinlerim 4 milyon volt üretiyor, duvarlardan tavana sıçrayan kıvılcımlar büyük bir tehlike teşkil ediyor. Bu gizli bir test. Elektrik enerjisine, suya ve kendime ait bir laboratuvara ihtiyacım var. Söylediklerimi yapacak iyi bir marangoz bulmam gerekiyor. Bu çalışmamı Astor, Crawford ve Simpson finanse ediyor. Çalışmalarımı yüklenmenin en az olacağı gece saatlerinde devam ettireceğim."
Colorado Springs Elektrik Şirketi ile bağlantıları olan avukat, mucidin bu sorununu çözmek için derhal harekete geçecekti. Bulduğu çözümün de etkisi uzun vadede görülecek sonuçları olacaktı.



13. YILDIRIMLAR YARATAN
Leonard Curtis'in Colorado Springs'den gönderdiği cevap dahi iyi haberler veremezdi: "Her şey ayarlandı, araziyi ücretsiz temin edebileceğiz. Alta Vista Oteli'nde kalacaksın. Şehir Enerji Şebekesi ile olan ilişkilerim sayesinde elektriği de bedava kullanabileceksin."
Tesla zevkten dört köşe olmuş, kendisini hazırlıkların ayrıntılarına, özellikle de gemiye yüklenecek ekipmanın düzenlenmesine kaptırmıştı. Bu arada Scherff ve asistanı da laboratuvar malzemelerinin taşınmasında kendisine neredeyse yirmi dört saat boyunca yardımcı oluyorlardı.
İşin en önemli kısmı mali kaynaklarının yeniden organize edilmesiydi. Adams'ın hisse karşılığında Tesla'ya verdiği 40 bin dolar çoktan harcanmış bulunuyordu. Ünlü maden mühendisi John Hays Hammond'dan aldığı on bin dolarlık destek fonu Elektrik Fuarı için hazırladığı telsiz ve robotlar için harcanmıştı. Ama tekstil firması işleticileri Simpson ve Crawford'dan devam eden araştırmaları için aldığı 10 bin dolar ve Waldorf-As-toria Oteli'nin sahibi Albay John Jacop Astor'un Colorado
Springs'deki yeni laboratuvan için kendisine hibe ettiği 30 bin dolar hala bir köşede duruyordu.
Colorado'ya yerleşir yerleşmez Tesla tüm enerjisini çift he-defli bir çalışmaya vakfedecekti: Marconi'den önce dünya çapında bir telsiz sistemi kurmak, dünyanın dört bucağına bol ve ucuz enerji nakledebilmenin yollarını bulmak. Dünyada hiç kimse, bugüne kadar geliştirdiği kendi bilgileri dışında, bu konuda ona yol gösterecek bilgiye sahip değildi.
Çalışmalarının yoğun olduğu bu dönemde, yine arkadaşlarına zaman ayırıyor, yeni dostlar edinmeye bile vakit bulabiliyordu. Katharine'nin kıskançlıkları ve Marguerite adının bir piyon olarak kullanılması devam ediyordu. Artık Waldorf-Astoria oteline taşınmıştı ve Wall Street beyefendilerinin akın ettiği bu şık ortamda bulunmaktan gayet memnundu.
18 Mayıs'ta Colorado Springs'e vardı. Alta Vista Oteli'nin 207 No.lu odasına yerleşti (oda numarası üçe bölünebiliyordu). Kendisine tahsis edilen arazi Colorado Springs'in doğusunda, Pike Tepesi'nin gölgesindeydi. Burası aslında kasabanın ço-banınca otlak olarak kullanılmaktaydı. En yakın komşusu bir sağır ve dilsizler okuluydu ki bu da oldukça sağduyulu bir seçime işaret etmekteydi. Rakım 2 metre, hava temiz, kuru ve statik elektrik yüklü idi.
Şehre vardığında çevresini saran muhabirlere 1900 yılı sergisinde Pike Tepesi'nden Paris'e bir telsiz mesajı göndermeyi planladığını bildirecekti. Muhabirler bununla mesajları tepeden tepeye nakledeceğini mi kastettiğini sorduklarında, kibirli bir şekilde Colorado'ya akrobatlık yapmak için gelmediğini söyleyecekti.
Son on yıl içerisinde telsiz enerji ve mesaj iletileri konusunda yüksek frekans ve voltaj üreten temel ekipmanlar başta olmak üzere tüm gerekli aygıtların patentlerini almıştı. 4 milyon voltluk bir bobin yapmıştı bile ve bunu küresel iletiler gönderebilecek bir seviyeye kadar geliştirmek istiyordu. Testler büyük bir gizlilik içinde -ya da en azından bu dağlık bölgede esrarlı aletlerle deneyler yapan ünlü bir mucidin sağlayabileceği maksimum gizlilik içinde- yürütülüyordu.
Tesla'ya yerel bir marangoz olan Joseph Dozler tavsiye edilmişti, deney istasyonunun planlarını alan marangoz da hemen işine koyulmuştu. Bunun üzerine Tesla, New York'taki Scherff'e ardı arkası kesilmeyecek telgraf mesajlarından ilkini gönderecekti. Fritz Lowenstein'ın, genç bir mühendis olan asistanının Batı'ya doğru yola çıkmasını istiyordu: "Yapının gidiş hattını takip etmek ve ekipmanın yerleştirilmesini sağlamak üzere burada olması gerekiyor."
Bozkırın ortasında yükselmeye başlayan tuhaf yapının çevresi çitle çevrilmişti ve yer yer üzerinde "Dikkat! Ölüm tehlikesi, yaklaşmayın" yazılı uyarı tabelaları yerleştirilmişti. Yapı tamamlandıktan sonra kapıya Dante'nin Inferno'sundan, öncekinden daha da meşum bir alıntı iliştirilmişti: "Her kim ki buraya girer, umudu ardında bırakır." Tesla'nın aletlerinin tek bir şimşekle yüz kişiyi birden öldürebileceği haberi çevreye yayılmakta gecikmemişti.
Başlangıçta kare şeklinde bir ahıra benzeyen deney istasyonu yapımı tamamlandıktan sonra uzun merteği ile bir gemiyi andırır olmuştu. Çatının açık
bir bölmesinden çıkan kule yerden üç metre kadar yükseğe tırmanıyordu. Bundan da dört metre daha yukarıya bir diğer metal direk uzanıyordu. En tepede uçta ise doksan santimetre çapında bir bakır top duruyordu.
Makineler gelir gelmez monte edilmeye başlanmıştı. Çeşitli boyutlarda ve güçlerde bobinler ya da yüksek frekans transformatörleri kurulmuştu. New York'tan Houston Street'teki labo-ratuvarında özel olarak ürettiği çift devirli bir ana devre de getirtilmişti. Bu alet açıp kapayıcıları ile manyetik vericiyi devreye sokacaktı.
Colorado'da geliştirdiği bu vericinin en büyük icadı olduğunu iddia edecekti sonradan. Gerçekten de Tesla'nın bu icadı modern meslektaşlarının had safhada hayranlığını kazandığı bir çalışmasıdır. Ne zaman ve nerede olursa olsun çok düşük frekans-lardaki radyo sinyallerinin neden olduğu bir fenomen tespit edilse bunun Tesla etkisi olduğundan bahsedilir. Bir ara Ruslar'ın dev bir Tesla manyetik vericisi kullanarak hava durumunu etkilediğinden, devasa buzullar ve büyük kuraklıklar yarattıklarından bile söz edilmişti. Kanada ve ABD'de radyo iletişimi ile beyin dalgalarının sık sık kesiştiği ve bunun anlaşılamayan psikolojik rahatsızlıklar yarattığı üzerinde durulmuştu. Gerçekten de yıldırım topu ile nükleer füzyon çalışmalarını birleştiren Robert Golka bu konuda başarılı adımlar atmıştır.
Peki bu etki tam olarak neydi? Tesla bunu Electrical Experi-menter'daki yazısında genç okuyucuların da anlayabileceği bir şekilde açıklamaya çalışmıştı. Karmakarışık anlatımı da muhtemelen okuyucularının kafasını iyiden iyiye karıştırmıştı. "Evvela bunun, içinde yüksek voltaj yüklü bölgelerin hayli yer tuttuğu ve uygun yarı çap eğrisine sahip ideal sarmal yüzeylerdeki alanlarda düzenlenmiş, belirli espaslarda yer eden ve bu sayede de kondüktör çıplak olsa dahi kaçak olmasını engelleyecek şekilde her alanda az yoğunluklu bir elektrik yüzeyi teşekkül eden karbon molekülleri muhteva eden rezonant bir transformatör olduğunu vurgulamak gerekir. Bu, çok yüksek frekanslardan en düşüklerine kadar uyum sağlayabilen bir sistemdir, devasa hacimlerde ve ortalama gerilimlerde akımlar ya da daha düşük am-perli ve çok büyük elektro-motiv enerji üretebilir. Maksimum elektrik gerilimi, elektrik yüklü elementlerin bulunduğu yüzeylerin eğrilik derecelerine bağlıdır."
Yüz milyon voltluk bir akımın mümkün olabileceğini söylüyordu. Böylesi bir devre her türlü itmeye, düşük frekanslara dahi duyarlı olacak ve alternatörlerde olduğu gibi sürekli sinüs eğrisi titreşimleri yaratabilecekti.
"Eğer terimi en temel özelliği ile açıklamak gerekirse" diyerek sözlerine devam ediyordu, "bu rezonant transformatör tüm sayılan niteliklerinin yanı sıra, tamı tamına küreye uygun oranlara sahiptir, elektriksel sabitleri ve özellikleri tasarımı sayesinde telsiz enerji naklinde en etkili sistemi oluşturmaktadır. Uzaklık bu şekilde tamamıyla bir engel olmaktan çıkarılmakta, nakledilen gerilimlerin yoğunluğunda bir kayıp meydana gelmemektedir. Hatta belirli bir matematik kanununa dayanılarak hareketliliğin mesafe arttıkça çoğaltılması mümkün olabilmektedir."
Bu güçlü cihaz kurulduktan ve denemeler yapılmaya başlandıktan sonra mucit en sert dağ fırtınalarını bile gölgede bırakacak elektrikli havai fişekler yaratabilmeye başlamıştı. Verici çalışırken kırk kilometre uzaklıktaki paratonerler dahi doğal yıldırımdan çok daha güçlü ve sürekli ateşli arkların etki alanına giriyorlardı.
Tesla, hayatında ilk defa araştırmalarının ayrıntıları üzerine eksiksiz bir günlük tutuyordu. Görsel efektlerin yarattığı dehşetin yanı sıra çok daha yararlı yönleri olduğuna inandığından fo-toğrafik deneyler de yürütmekteydi.
Tesla üzerinde çalıştığı aygıtın ticari amaçlı olarak kullanılabileceğini umuyordu. Ama öncelikle binlerce deney ve uyarlama yapılmalıydı. Bu kadar geniş bir bilgiyi emanet edebilecek denli güvenmiyordu hafızasına. Günlük notları sürekli beklendiği şekilde gelişmeyen deneylere atıfta bulunuyor ve kendi kendine "neden?" diye soruyordu. Bu işlemin hayatı boyunca uyguladığına taban tabana zıt olduğunun farkındaydı. Şimdi orta yaşlı bir adamdı ve hafızasının kendisine yavaş yavaş ihanet etmeye başladığını fark ediyordu. Hiç şüphesiz kendisine tanıdığı sürenin baskısını hissediyordu omuzlarında.
Colorado gazetesinde mucidin hayatı boyunca görsel efektlere hayranlık duyduğunun altı çizilmişti. Dramatik bir şekilde hayatı boyunca şahit olduğu zihinsel parlak ışıklardan bahsediliyor ve matematik formülleri arasından sivrilen renkleri ve görkemli Colorado fırtınalarını, ayrıntılı, sevgi dolu, neredeyse erotik bir tarzda tanımlaması vurgulanıyordu.
Manyetik verici ile deneylerin yapıldığı gecelerde gökyüzü bir ışık ve ses tufanına kapılıyordu. Toprak bile canlı bir çehreye bürünüyor, elektrik atlamalarının sesleri kilometrelerce uzaktan duyulabiliyordu. Kelebekler, verici bobininin çapı neredeyse iki metreyi bulan girdabına kapılıyordu. Meraklı seyirciler şaşkınlıkla samanlar arasında ve yürürken de ayakları ile yer arasında kıvılcımlar uçuştuğunu gördüklerini anlatıyordu. Yüz metre ötedeki metal nesnelerden uzunluğu bir metreyi bulan kıvılcımların yayıldığını görebildiklerini söylüyorlardı. Daha bir iki kilometre ötede uysallıkla otlayan atlar bölgeye girdiklerinde metal nallarında hissettikleri şokla şaha kalkıyor, dört nala kaçışıyorlardı.
Gök gürültüleri ve yıldırımlar arasında gecenin bir yarısı işlerinin başında bulunan mucit ve asistanları kulaklarını pamukla tıkıyor, ayakkabılarının altına kalın mantar ya da kauçuk tabanlıklar giyiyorlardı. Tesla kulaklarındaki dokunuşları hissedebildiğini ve kulak zarlarının zarar görmesinden korktuğunu söylüyordu. Genellikle bir acı ve vınlama deneylerden saatlerce sonra bile kulaklarını ağrıtıyordu.
Hertz'in 1888 yılındaki, Maxwell'in dinamik elektromanyetik saha teorisini doğrular nitelikteki araştırması bilim insanlarını elektromanyetik dalgaların, ışık dalgaları gibi düz çizgiler halinde yayıldığı konusunda ikna etmişti. Buna göre dünyanın yüzeyinin radyo dalgalarının iletilmesini engelleyeceği düşünülüyordu. Bildiğimiz gibi Tesla, sadece dünyanın iyi bir iletken olduğuna inanmakla kalmayıp "atmosferin, deniz seviyesinin çok da yukarılarında
olmayan, ulaşılabilir üst tabakalarının, tüm deneylerin de işaret ettiği gibi, mükemmel bir iletken olduğunu" düşünüyordu.
İlerleme raporları ve yeni yükleme talimatları Scherff ile Tesla arasındaki telgraf tellerini sürekli titretiyordu. Normal kargo mucit için fazla yavaştı, bu nedenle ekipmanların daha pahalı olan tren ile gönderilmesini istiyordu. Kolman Czito'nun varlığı tam bir nimetti. Tesla, Scherff'e Czito'nun maaşının yüzde on beş oranında artırılması ve farkın karısına ödenmesi talimatını vermişti. Kısa bir süre sonra şu mesajı yollayacaktı: "Czito sonunda geldi ve tanıdık bir yüzü yeniden görmek beni çok mutlu etti. Ama bu iş için de biraz fazla şişmanlamış."
Bu arada Tesla'nın ısmarladığı iki yüz adet şişe ve Mr. Myers'in rüzgarlı, havalarda beklenen yüksekliğe çıkamayacak olmasından endişe ettiği balonlar hakkında da bir tartışma sürüp gidiyordu iki adam arasında. Balonlar yükseklerdeki ince havaya istasyon antenleri yerleştirmek için ısmarlanmıştı. Bu balonlar elli dolar karşılığında uzman bir tasarımcıya yaptırılmıştı ve ağır yüklerle patlamaması için ancak üçte iki oranında doldurulması (muhtemelen hidrojen ile) gerekiyordu.
Tesla'nın dört gözle yeni haberler beklediğini bilen Scherff onu her türlü gelişmeye ilişkin, özellikle de mali destekçisi Albay Astor ile ilgili olanlar hakkında bilgilendiriyordu. Marconi ve Tesla'nın Avrupa patentleri hakkında haberler ulaştırmayı da ihmal etmiyordu.
Bu oldukça meşgul iki adam arada sırada dedikodu yapma zevkinden de mahrum etmiyorlardı birbirlerini. "Mr. L dükkanı bayağı sarhoş bir şekilde açtı, bu arada her şeyi de eline yüzüne bulaştırdı." "Lütfen Mr. Uhlman mektuplarını 'Her zaman sizin olan' diye değil, 'Tüm içtenliğimle' diyerek imzalasın" diyordu Tesla ve kendisi de Scherff'e gönderdiği mektubu bu şekilde imzalıyordu. "Dostum JJA (Astor) neler yapıyor?" diye sormayı da hiçbir zaman ihmal etmiyordu.
Genişlettiği güvenlik önlemlerinden ve ulaşacağı kesin zaferden dem vuruyordu: "Çıkarlarımı gözeterek her adımını büyük bir akıllılıkla atmalısın ve gazetecilere söylediğim sözlerin hiçbirini, benim onayladıklarım dışında aktarmamalısın. Sanırım döndüğüm zaman söyleyecek çok sözüm olacak... Her zaman kendimden bir parça gibi görüyorum seni ve o zaman seni de kendimle birlikte başarının doruğuna çıkartacağım."
16 Ağustos'ta "Sevgili Luka'm"a şiiri için teşekkür efraek üzere bir mektup gönderecekti. "Senin de Colorado Springs teki kar tanelerini ve buzdağlarını görebilmeni isterdim! Havada uçuşanları kastediyorum. Senin şiirlerinle birlikte her şey harika Luka, dünyanın en güzel şeyleri!"
Ama kısa bir süre sonra Johnson'a daha az sanatsal bir mektup daha gönderecekti. "Telsiz torpido sahneye çıkmakta sadece bir an gecikti ve Dewey tarihe büyük fatih olarak geçti. Ama neredeyse on ikiden vuruyordum. Luka, her seferinde zamanımızın bizim için çok geri olduğunu hissediyorum. Benim telsiz telgraf sistemim bilim cemiyetlerinin hasırlarının altına süpürül-dü ve
senin şiirlerin de kurban edildi; düşmanlarım başkalarının fikirlerini kullandığımı iddia ediyorlar, tıpkı kahramanının senin kurbanın olduğunu söyledikleri gibi!
Ama asil çabalarımızdan vazgeçmemeliyiz, dostum... Gün gelecek ben sistemimi Arşimet'e anlatıyor, sen de şiirini Home-ros'a okuyor olacaksın."
Scherrf, New York Herald'ın Marconi'yi şişirmeye devam ettiğini yazıyordu.
Tüm bu amansız yarışa karşın Tesla, Colorado'daki havadan büyük bir zevk alıyordu. Her zaman için akut olan görme ve işitme duyulan da temiz havaya olağanüstü olumlu tepki veriyorlardı. İklim, çalışmaları için son derece uygundu. Güneş ışınları yoğun, hava kuru ve devam eden yıldırımlar da gürültülüydü.
Haziranın ortasında ekipmanını ve deneyler için yarattığı ortamı yeryüzünün elektrik potansiyelini ölçmek için kullanmaya karar verdi. Titizlikle hazırlanmış bir plan doğrultusunda periyodik ve tesadüfi iniş-çıkışlarını saptamak istiyordu.
"Yeryüzünün" diye yazacaktı Tesla sonradan hazırladığı raporunda "elektrik titreşimleri ile tam anlamıyla canlı olduğu saptandı; kısa süre içinde bu ilginç incelemenin içine çekilmiş hissettim kendimi. Bu tip bir araştırma için bu kadar uygun bir ortamın başka bir yerde daha bulunabileceğini zannetmiyorum."
Colorado'nun bu bölgesindeki yıldırım boşalmaları çok sık meydana geliyordu ve bu bazen çok şiddetli oluyor, bazen iki saat içinde yirmi bin deşarj gerçekleşiyordu ve hepsi de Tes-la'nın laboratuvarının yakın bir çevresinden gözlenebiliyordu. Birçoğu dallan tersyüz olmuş devasa ağaçları andırıyordu. Haziran ayının sonlarına doğru Tesla ilginç bir olayın farkına varacaktı: Aletleri uzaklarda meydana gelen deşarjlardan, yakınlarda olanlara nazaran daha çok etkileniyordu. "Bu kafamı iyiden iyiye karıştırdı" diye yazıyordu, "bunun nedeni ne olabilir?"
Bir gün gökyüzünde soğuk yıldızlar parlarken yürüyüşe çıktığı sırada aklına bir açıklama geldi. Aynı fikirler yıllar önce bazı konferanslar için hazırlanırken de aklına gelmişti ama o zaman bunları saçma bulmuş, bir kenara itmişti. "Yeniden aklımı kurcalamaya başladı" diye yazıyordu "Bir şekilde içgüdülerim harekete geçmişti ve büyük bir buluşun eşiğinde olduğumu hissetmiştim."

14. COLORADO'DA KARARTMA
"Tarih 3 Temmuz 1899'du. Bugünü asla unutmayacağım; bu, insanlık tarihi için büyük bir ilerleme anlamına gelen gerçeğin ilk deneysel kanıtı idi."
O akşam Tesla batıda toplanmaya başlayan elektrik yüklü bulutları izliyordu. Pek kısa bir süre içinde "hiddetinin büyük bir kısmını dağlara kustuktan sonra ovaya doğru ilerleyen" bir fırtına kopacaktı.
Güçlü ve sürekli yıldırım arklarının neredeyse düzenli zaman aralıklarıyla boşaldığını fark etmişti. Bir kayıt cihazını hazırlamış, elektrik aktivitesinin fırtına uzaklaştıkça azaldığını, en sonunda da kaybolup gittiğini tespit etmişti.
"Büyük bir heves ve beklenti içinde izlemeye devam ediyordum" diye yazmıştı günlüğüne. "Neden sonra pek kısa bir süre içinde belirtiler tekrar görünmeye başladılar, gittikçe daha çok güçlendiler ve doruk noktasına ulaştıktan sonra tekrar peyderpey etkilerini yitirerek yok oldular. Birçok kez aynı olay tekrar tekrar meydana geldi, ta ki belirli ölçümlerin de ortaya koyduğu gibi neredeyse sabit bir hızla ilerleyerek 300 kilometre uzaklığa çekilene kadar. Ama bu garip hareketlilik o zaman da bitmedi, azalmayan bir kudretle devam etti."
Kısa bir süre içinde bir konuda emin olacaktı: "Bu harika bir olaydı. Artık hiç şüphem yok: Durağan dalgaları gözlemlemekteydim."
Bu keşiflerin sonuçlarını şöyle özetleyecekti: "Ne kadar imkansız görünürse görünsün, bu gezegen, kocaman kütlesine karşın, sınırlı boyutları olan bir iletken gibi davranıyordu. Bu, sistemimle enerji nakletmenin ne büyük bir önemi olduğu konusunda beni tamamıyla ikna etmişti.
"Dünyanın dört bir yanına telsiz telgraf mesajları göndermek, daha önce de üzerinde durduğum gibi mümkündü ama iş bu kadarla da kalmıyordu, mesafeler ne olursa olsun sesi ve dahası enerjiyi de hiçbir kayıp söz konusu olmadan, telsiz iletebilmek olanak dahilindeydi."
Şimdi gerekli testlere girişmeden önce ekipmanını mükem-melleştirmesi gerekiyordu. Dünyanın herhangi bir noktasına enerji ve anlaşılabilir mesajların nakledilebilmesinin ancak iki yolla mümkün olabileceğini biliyordu; ya yüksek oranda transformasyonla, ya da rezonansın artırılması ile. Elektrik osilatör-leri ile yaptığı deneylerin sonunda şu sonuca varmıştı: Enerji naklinin en uygun yöntemi birincisi idi ancak radyoda olduğu gibi düşük oranlarda enerji nakli söz konusu olduğunda ikinci yöntem hiç şüphesiz en iyi yoldu. Olacaklar konusunda kendisine yol gösterebilecek bir tecrübe yaşanmamıştı daha önce. La-boratuvarı bu insan yapısı yıldırım ile havaya da uçabilirdi ama bu da göze alınabilecek risklerden biriydi sadece.
Kararlaştırılan gece gayet düzgün bir şekilde Prens Albert stili takımını giymişti, beyefendi eldivenleri ve siyah melon şapkası bütünü tamamlıyordu. İstasyona geldiğinde cesur Czito'yu kendisini bekliyor bulacaktı. Czito şalteri indirecekti, bu sayede Tesla da koridordan laboratuvarın içinde olup bitenleri izleyebilecekti. Odanın ortasında devasa bobini ve direğin ucundaki bakır topu takip etmek onun için son derece önemliydi.
Her şey tastamam olduğunda "Şimdi!" diye bağıracaktı.
İlk denemede şalterin sadece bir saniye için kapalı kalması kararlaştırılmıştı. Bunun üzerine Czito şalteri indirdi, gözü kol saatindeydi ve neredeyse aynı anda şalteri kaldırdı. İlk sonuçlar umut vericiydi: Elektrik lifleri bobini taçlandırmış ve yukarıya doğru elektrik akımı fırlamıştı.
Bunun üzerine Tesla direğe ve bakır topa o anda olanları izleyebilmek için dışarı çıkacaktı.
"Sana işaret ettiğimde şalteri indirmeni ve ben sana söyleyene dek de kaldırmamanı istiyorum" diyecekti Czito'ya.
Hemen ardından "Şimdi şalteri indir" diye bağırdı.
Czito kendine söyleneni yapmış ve tekrar komut verildiğinde şalteri kaldırmak üzere beklemeye başlamıştı. Ana bobinden çıkan güçlü akımın titreşimleri yeri canlandırmaya başlamıştı. O anda bir şaklama ile istasyonun tepesinden bir yıldırım fırladı. Ambara benzeyen büyük yapının içini garip bir mavi ışık doldurmuştu.
Czito bobinden alev toplarının dalga dalga kıvranarak fışkırdığını görebiliyordu. Havayı elektrik kıvılcımları doldurmuştu ve keskin ozon kokusu genzini yakmaya başlamıştı. Yıldırım tekrar tekrar patladı, yapı bir kreşendo halini almaya başlamıştı ve Czito hala kendisine devreyi kapatması komutunun verilmesini bekliyordu. Bulunduğu yerden Tesla'yı görebilmesi mümkün olmadığı için mucidin bir elektrik çarpması sonucunda yaralanmış ya da ölmüş olabileceğinden endişelenmeye başlamıştı. Ama çılgınlık devam edeceğe benziyordu. Çatının ve yapının alev alacağı korkusu da tüm benliğini sarmıştı.
Tesla ise yaralanmış ya da ölmüş değildi. Yalnız büyülenmiş bir şekilde donmuş kalmıştı. Durduğu yerden yıldırımın direğin dört beş metre yukarılarına sıçradığını görebiliyordu. Daha sonra gümbürtülerin 30 kilometre öteden bile duyulabildiğini öğrenecekti. Yıldırım tekrar tekrar çatırdıyor, yükseliyordu. İnsan kendisini daha önce bu denli tanrıların dağında oturuyor gibi hissetmiş miydi acaba? Orada öylece ne kadar beklediğini bilemiyordu. Herhalde bir dakika kadar sürmüş olmalıydı.
Ama birdenbire her şey karanlığa gömülecekti. Czito'ya "Ne yaptığını sanıyorsun, ben sana şalteri kaldır dedim mi? Haydi indir şunu tekrar" diye bağırıyordu.
Oysa Czito şaltere dokunmamıştı bile. Enerji kesilmişti. Tanrı merhamet etmiş, ecelini sonraya saklamıştı.
Tesla hemen telefonun yanına koştu ve Colorado Springs Elektrik Şirketini aradı. Yakınıyor, söyleniyordu. Onları enerjisini kesmekle suçluyor, hemen bu durumun sona ermesini istiyordu.
Şirketin verdiği cevap ise kısa ve netti.
"Jeneratörümüzü devre dışı bıraktınız ve şu anda da yanıyor zaten!"
Tesla dinamoya fazla yüklenmişti. Colorado Springs kasabası karanlığa gömülmüştü. Yangın söndürülür söndürülmez yedek jeneratör devreye sokulmuştu. Ama Tesla'nın bundan yararlanma talebi kabaca reddedilmişti.
Deneyine devam etme konusunda kararlı olan Tesla şebekeyi kendi temin edeceği uzman bir ekip tarafından tamir ettirmeyi ve tüm giderleri karşılamayı teklif etmişti. Bu öneri kabul edildi. Bir hafta içinde tamirat tamamlanmıştı ve Tesla deneylerine yeniden başlayabilecekti.
Ne yazık ki Tesla'nın o dönemde ulaştığı nokta konusunda bugün o kadar da çok bilgi sahibi değiliz. Araştırmalarının temel amacı tabii ki ortadaydı. Güçlü osilatörlerle deneyler yapıyor, telsiz enerji nakli ve mesaj iletilip alınması konularında çalışıyor ve yüksek frekans üzerine incelemeler yapıyordu.
Sonuçlan ne olursa olsun, yaptığı deneylerin fazlasıyla ilgi çekici olduğunu itiraf etmek lazım. Çitlere koyduğu uyan levhalarına karşın komşu çocukları burunlarını laboratuvarın camlarına dayamaktan kendilerini alamıyorlardı. Tesla da camı çivilemek zorunda kalmıştı. Bu nedenle de, tehlikelerle kucak kucağa yaşadığı hayatı boyunca hiç olmadığı kadar ölümle burun buruna gelecekti.
Laboratuvarın içi tıklım tıklımdı. Enerjinin geçtiği ana şalterin indirilmesinin biraz zor olduğu da tecrübe ile sabitti. Bu işlemi kolaylaştırmak için Tesla şaltere en ufak bir dokunuşta kapanmasını sağlayacak bir tel monte etmişti. Daha sonra bu yaptığının kullanışlı olduğu kadar güvenli olmadığını öğrenecekti. Bir gün Czito, Tesla tarafından şehre gönderilmişti ve mucit deneylerini tek başına yürütüyordu. "Şalteri kaldırmış ve bir şeyleri incelemek üzere bobinin yanına gitmiştim. Ben oradayken şalter kapandı ve oda bir anda kıvılcımlarla doldu. Dışarı çıkabileceğim bir yol yoktu. Pencereden atlamayı düşündüm ama elimin altında kepenkleri kırabileceğim bir alet yoktu. Son çare olarak kendimi midemin üzerine attım ve sürünmeye başladım. "Bobinde elli bin voltluk enerji vardı ve ben kıvılcımların altında dar bir geçitten sürünerek geçmek zorundaydım. Havadaki asit, azotun oksitlenmesi nedeniyle o denli yoğunlaşmıştı ki, nefes almakta zorlanıyordum. İstediğim yere ulaştığımda her şeyin sonu gelmek üzereydi ama bina tamamıyla alev almadan şalteri kaldırabilmeyi başarabilecektim. Elime geçirdiğim bir yangın söndürücü ile alev alan yerleri de söndürmüştüm..."
Daha sonradan bu olayın kuduz bir kediyi azdırmaya ve en sonunda acı pençe darbelerine maruz kalmaya benzediğini anlatacaktı sevgili Luka'ya.
"Ama bu darbelerde bir düşünce saklı. Bir DÜŞÜNCE. Fazla konuşmak istemiyorum ama...
"Bazı noktalarda harika bir ilerleme kaydettim ama bana telsiz telgraf konusunda danışan insanların sahte zaferler kutlamaları beni çileden çıkarıyor! Tartışmalarının özünde doğru olan tek bir söz dahi yok ve benim sistemim Luka, -açık ve seçik olarak- tek bir aksama dahi olmadan kullanılabilecektir..."
Peki Tesla bu dönem boyunca yeni bilgi diyebileceğimiz nitelikte keşiflerde bulunmuş muydu? Bu sorunun cevabı kesinlikle olumludur. Bilim insanları onun keşiflerinin ulaştığı noktayı bilemiyorlar ve belki de asla bilemeyecekler. Şurası da bir gerçek ki, Tesla'nın kendisi de belirli kuralları ve prensipleri izleyerek öncü niteliğindeki deneylerini doğrulama noktasına taşı-yamamıştır.
Ama kuşkusuz, bilimsel takipçilerinin çeşitli alanlardaki keşifleri göstermektedir ki bilime çok önemli, temel nitelikte katkılarda bulunmuştur.
Eninde sonunda şu kadarı söylenebilir ki Tesla'nın düşünceleri çağdaş hipotezlerce doğrulanmaktadır. Tesla, Colorado Springs'teki hassas ve çok güçlü radyo alıcısı ile çalışmaları sonucunda bir diğer keşifte daha bulunduğunu iddia ediyordu. Sadece yaşlı marangoz Mr Elderly işinin başında iken Tesla radyo alıcısında ilginç ritmik sesler tespit etmişti. Bu düzenli sinyallerin diğer gezegenlerde yaşayan canlıların gönderdiği mesajlar olması dışında bir açıklama gelmiyordu aklına. Venüs ya da Mars'ın bu sinyallerin kaynağı olabileceğini düşünüyordu. O zamana kadar hiç kimse uzaydan gelen düzenli sinyallere tanık olmamıştı.
Korku ve şaşkınlık içinde yapabildiği tek şey oturup sinyalleri dinlemekti. Daha sonraları bu sinyallere karşılık verme düşüncesi onda bir fikri sabit halini alacaktı: Bunun bir yolu olmalıydı mutlaka.
Bu olayın olası açıklamalarından biri, radyoda duyduğu seslerin yıldızlardan yayılan dalgalar olmasıdır. Bu tip düzenli sinyaller astronomlar tarafından tekrar ancak 1920'lerde tespit edilebilecekti (ve resmen onaylanacaktı); 1930'larda bu sinyaller dijital bir kayıt cihazına kodlanmış numaralar olarak kaydedilmeye başlanacaktı. Son günlerde "yıldızlan dinlemek" neredeyse sıradanlaştı.
Tesla, son kertede, Colorado'daki başarıları ile tatmin olmuşa benziyordu. Emirleri ile yıldırımları dans ettirmişti, tüm dünyayı bir laboratuvar malzemesi gibi kullanmıştı ve yıldızlardan mesaj almıştı. Şimdi de geleceğe doğru atılmak için karşı konulamaz bir istek duyuyordu.
15. MUHTEŞEM VE BEDBAHT
New York'a 1900 yılının Ocak ayı ortalarında ayak bastığında bir gazeteci ordusunun hücumuna uğrayacaktı.
Büyük bir olasılıkla bunun nedeni de Doğu bilim dünyası adına Profesör Holden'in Tesla'yı, dış gezegenlerden sinyal aldığını açıklaması ya da en azından bunu nasıl yaptığını kendilerine bildirmediği için alenen kınamasıydı. Tesla bu açıklamayı "Philedelphia North American" dergisine Colorado'yu terk etmeden hemen önce yapmıştı. Bu sinyallerin "komşu gezegenlerde canlı yaratıklar" bulunduğunu düşündürttüğünü söylemişti. Bu canlıların bilimsel açıdan insandan daha ileri olduğuna inanıyordu ki bu iddia da bilim insanlarının yiyip yutacağı cinsten değildi.
Tesla uzaydan gelen bu "mesajları" yanıtlamak için yanıp tutuşuyordu. Bu arada geniş ve devrimci bir teknolojinin eşiğinde olduğu da bir gerçekti. Colorado Springs'deki radyo ve enerji nakli çalışmalarının ürünü olan patentler için hiç zaman kaybetmeden gerekli başvuruları yapmaya başlayacaktı.
İlk adım olarak, dünya çapında bir radyo istasyonu kurmak istiyordu; bu radyo yayınında her türlü program olacaktı, borsa haberleri, birbirine bağlı radyo-telefon hatları, eşzamanlı sinyaller, radyo haber servisi... Buna dünya bilgi aktarımı sistemi adını veriyordu.
Bu arada Georfe Scherff kendisine, Colorado'da harcanan 100 bin doların önemli bir mali sorun teşkil ettiğini hatırlatıyordu. Kimden yardım isteyebilirdi? Basın onu yerden yere vursa da para babaları arasındaki ünü hala olumluydu. Bir kez daha Waldorf-Astor'un Oyuncular Kulübüne yöneldi. Projelerine destek bulabilmek amacıyla yazdığı "İnsan Enerjisini Arttırma Sorunu" başlıklı makalesi Johnson'un editörlğünü yaptığı Cen-tury dergisinde yayımlandı. Makalesi beklendiği gibi Colorado'daki çalışmalarına açıklama getirmese de sansasyon yaratmayı başarmıştı.
Bu sansasyonun nedenlerinden biri Tesla'nın makale ile birlikte basılan fotoğraflarıydı. Bu fotoğraflarda aynı kareyi çift pozlama gibi ufak bir fotoğrafçılık hilesine başvurulmuştu. Bir tanesinde sandalyesinde sakin sakin oturmuş, notlarına dalmış görünüyordu. Bu arada başının çevresinde de bir oda dolusu insanı öldürebilecek yıldırımlar oynaşıyordu. Günlüğünde fotoğraf çekimlerini şöyle anlatıyordu: "Elbette ki, tahmin edilebileceği gibi, deneycinin fotoğrafı çekilirken bu yıldırımlar da çevresinde cirit atıyor değildi. Kıvılcımlar önce karanlık bir ortamda levhanın üzerine kaydediliyordu, daha sonra da ben sandalyeye oturup aynı levha için poz veriyordum, etkiyi tamamlamak ve detayları da saptamak için az miktarda flaş tozu patlatılıyordu." Bu sayede de sonraki pozlamalar nedeniyle garip bir X-ışı-nı fotoğrafı gibi sandalyenin Tesla'nın bedeninin içinden görünebilir olması engelleniyordu.
Umduğu gibi, sonuçlar oldukça ses getirecekti. Fotoğrafları gören herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi oluyordu. Tesla, Almanya'da radyo çalışmalarının öncülüğünü yapan Profesör A. Salby'ye fotoğrafların bir kopyasını gönderdiğinde, hayatında hiç böyle şey görmemiş olan bilim insanından her halde çok ilginç bir şey icat ettiği cevabını alacaktı.
Colorado'da yürüttüğü çalışmalarını kaydettiği günlüğü Tesla'nın bu fotoğraflı deneylere neden sık sık başvurduğunu kısmen açıklamaktadır. Bunun nedenlerinden biri de yaşadığı hayal kırıklığı idi. Yıldırımlar üzerine yaptığı deneylerin fotoğraflan-ması beklediği etkiyi yaratmamıştı. Bu deneyler için çok daha duyarlı levhalar hazırlanmıştı ve fotoğrafların renklendirilmesi-nin de çok önemli araştırma verileri sağlayacağını düşünmüştü. Ayrıca güçlü bir devinime sahip vakum tüplerinin de fotoğrafçılığın geleceği için büyük önem taşıdığına inanmaktaydı. Doğru malzemelerin uygun bir şekilde kullanılması ile fotoğrafçının güneşin hükümranlığından kurtarılabileceğine inanıyordu. "Bu tip ışıklar onun koşulları ayarlayabilmesini ve istediği ışık etkilerini yaratabilmesini sağlayacak"tı...
Century'de yayımlanan fotoğrafları kendisini daha da büyük bir tartışmanın içine çekmişti. Meslektaşları saldırılarını sürdürüyordu ama basın genelde Tesla'ya sahip çıkıyordu.
"Basın, Nikola Tesla ve onun gelecekte elektrikle yapılabilecekleri üzerine öngörüleriyle iyi bir eğlence buldu kendisine" diye yazıyordu Pittsburg Dispatch'de, Westinghouse'un memleketinde. "Mars'a sinyal gönderilmesi gibi iyimser tahminleri insana Tesla'nın daha az öngörüde bulunup, kendi çizgisinde daha çok çalışması gerektiğini düşündürtüyor."
Eleştiriler lehine veya aleyhine, ama kamuoyu Tesla'nın istediği doğrultuda tepki veriyordu çünkü sonuçta para babalarının dikkatini çekmeye çalışıyordu. En önemlisi değilse de bu doğrultudaki ilk adımlarından biri de ünlü mimar Standford White ile bir görüşme ayarlamasıydı. İki adam Oyuncular Kulübü'nde karşılaşmışlar ve Tesla'nın yoğun çekimine bir anda kapılan Standford ne olduğunu anlayamadan kendisini Tesla ile koyu bir sohbetin içinde bulmuştu. White, Century'de okuduğu şekliyle Tes-la'nın öngörülerinden ve vaatlerinden büyük bir heyecana kapılıyordu. Mucit, dünya çapında yayın yapacak bir şebekeden söz açınca mimar hemen bir ortaklık teklifinde bulunacaktı.
Bu büyük plan bir düşten ibaret değildi. Daha Tesla Colorado'da iken Scherff in direktörlüğünde uygun osilatörler ve diğer ekipmanlar laboratuvarda gerekli şekilde düzenlenmeye başlanmıştı. Güvenlik her zaman olduğu gibi sıkıydı. Döner dönmez ihtiyaç duyduğu makineler için mühendislerine güvendiği Wes-tinghouse ile bağlantı kuracaktı.
Westinghouse'a "mükemmelleştireceği cihaz" ile dünyanın herhangi bir noktasına telgraf mesajı gönderebilmesinin uygulanabilirliğini Colorado'daki deneyleri sayesinde görebildiğini anlatacaktı. Atlantik'in her iki yakasında da en azından üç yüz beygir gücünde bir motora ve doğru akım dinamosuna ihtiyacı vardı ve bunlar oldukça pahalıydı.
"Elbette böyle bir haberleşme sistemi kurmamın daha büyük bir projenin, enerji naklinin ilk adımı olduğunu biliyorsun. Ama bu daha da pahalıya patlayacak büyük bir çalışma ile olabilir ancak. Bu nedenle böyle bir finansmanı elde edebilmek için ilk önce böyle bir gösteri yapmam gerekiyor."
Westinghouse onu "kral vagonunda" bir yolculuğa davet etmiş ve konuyu etraflıca görüşmek istemişti. Tesla planını anlattıktan sonra, Westinghouse böyle bir yatırıma gidemeyeceği cevabını vermiş ve hızla büyümek isteyen yatırımcılarla görüşmesini önermişti. Ancak Tesla bu tip birkaç yatırımcı ile görüşse de istediği sonucu alamamıştı.
Tesla'nın Century'deki yazısını okuyan ve ileri görüşlülüğünden içtenlikle etkilenen insanlar arasında mucidin ihtiyaçlarını en ileri düzeyde karşılayabilecek birisi de vardı: J. Pierpoint Morgan.
Tesla ve Morgan küresel sistem üzerine görüşmek için buluşacaklardı. Tesla bu sefer daha ihtiyatlı davranıyor, bu para babasını Westinghouse'a yaptığı gibi fazlaca teknik ayrıntıya boğ-mamaya özen gösteriyordu. Bunun yerine para ve güç konuları üzerinde duruyordu. Radyo yayınlarının tek bir kanaldan yapılacağını anlatıyordu. Böylece Morgan da bu sistemin tek sahibi olacaktı. Diğerleri gemiden sahile gibi sınırlı noktadan-noktaya sistemleri ile zaman
kaybederken Tesla dünya çapında bir haberleşme ağından bahsediyordu. Elinde tüm gerekli patentler vardı ve anlaşmalar yapmak konusunda serbestti.
Oluşturulacak ortaklığa kendi adının verilmesi ve Atlantik ötesi bir şebekenin kurulması için 100 bin dolar, Pasifik şebekesinin kurulması için de 250 bin dolar sağlanmasını öneriyordu. İlkinin yapımı için altı ila sekiz aya, ikincisi için de yaklaşık olarak bir yıla ihtiyacı vardı.
Morgan'a telsiz enerji nakli projesinden bahsetmiyordu ama bundan vazgeçmemişti, bu projenin şimdiki yatırımlardan bazılarını gereksiz kılacağını biliyor ve Morgan'ın parasının bir kısmını çekmesinden endişe ettiği için böyle davranıyordu. Ne de olsa Morgan'dan Zulular'a ya da Pigmeler'e elektrik sağlama konusunda kendisi kadar hevesli davranması beklenemezdi.
Morgan bu işe 150 bin dolar yatıracağını ve de bu kadarla kalacağını açıklayacaktı. Ülkeye egemen olan yüksek enflasyon Tesla'yı da iflasın eşiğine sürüklediği dikkat alındığında Morgan'ın önerisi müthişti.
Morgan'ın alışık olduğu üzere aralarındaki ilişki kısa bir süre içerisinde bir "kral ile nedim" şekline bürünecekti. Morgan "harika ve cömert" bir adamdı. Tesla'nın çalışmaları "adını tarihe altın harflerle yazdıracak"tı. "Göreceksiniz, sadece bu yüce gönüllü davranışınızı takdir etmekle kalmayacak, servetinizden insaniyet namına bahşettiğiniz parayı değerinin yüz misline çıkararak minnet borcumu ödemeye çalışacağım..."
Morgan'ın insanlık sevgisi ile pek bir alışverişi yoktu, hele de iş anlaşmalarında! Tesla'nın bu methiyesine cevaben yaptıkları anlaşmanın bir taslağını gönderecek ve yatıracağı paranın güvencesi olarak patentlerinin yüzde elli bir hakkını talep edecekti.
1901 Mayısında Tesla, Westinghouse ile ısmarlayacağı jeneratör ve transformatörleri görüşmek üzere Pittsburg'a gitti. Bu arada ajanları da İngiltere sahillerinde uygun bir yapı alanı bulmak için okyanusun öte yakasında bulunuyorlardı. Artık Paris fuarını düşünemeyecek kadar meşgul bir adamdı.
Kısa bir süre içinde White'ın ortaklarından olan ünlü mimar Crow ile birlikte bir kule tasarımı üzerinde çalışmaya başladılar. En sonunda tepesinde 3 metre çapında devasa top bulunacak bir kule yapmayı kararlaştırdılar. Daha sonradan bu topun mantarı andırır bir şapka biçiminde olmasına karar vermişlerdi. Ama bu devasa kulenin kütlesi rüzgarın göstereceği direnç nedeniyle önemli bir sorun teşkil etmekteydi.
En sonunda Tesla bir kule yerine daha küçük birkaç kule yapılabileceğini belirten bir mektup gönderecekti Crow'a. Ama kulenin büyük bir bölümünün yapımı tamamlanmıştı bile. Ayrıca kulenin içinden toprağın dört metre derinliğine inen bir şaft geçiyordu. Her şey muhteşemdi, Amerika'nın elektrik tarihinde oynayacağı başrolün tüm dekoru buradaydı. Ama talihsizdiler. Muhteşem ama talihsiz.

1.Bölümün sonu


1 yorum:

  1. kişisel iş kurmak için kredi gerekiyor? evet lütfen bu e-postayı temas halinde: finance_institute2015@outlook.com şimdi tamam senin kredi transferi ile daha fazla devam etmek.

    Şimdi kredi.teklif@gmail.com: Ayrıca bu e-postayı irtibata geçebilirsiniz.

    YanıtlaSil